Bugünlerde herkes, Başbakanın girdiği ağlama krizinden bahsediyor. Ülkesinin insanlarına ağlayamayan Tayyip Erdoğan, her zaman olduğu gibi “Sünni” olan “yabancı” ülkelerin “türbanlı” kızlarından biri için ağlıyor.
Filistinliler, Mısırlılar ve Suriyelilerin “kendinden” olanlarına duygulanıp ağlıyor, dudakları titriyor, konuşmasına devam edemiyor. Gezi olaylarında öldürülen ya da gözleri çıkan gençlere, “biber gazı kimyasalıyla” zehirlenen binlerce insana karşı ancak “nefret” dolu ifade ve sözler kullanan bu kişiyi iyi tanımak lazımdır. Bu kişi BOP’un eş başkanlarından birisidir ve “kendi söylemiyle” bu görevi yerine getirmektedir.
Gezi olaylarında polis göz altısında genç kızlar tacize uğradıklarını, kadınlar çırılçıplak karakollarda soyularak arama yapıldığını utançla defalarca ifade ettiler. Bir başka genç kız “palalı saldırgan” tarafından aşağılık bir şiddete maruz kaldı ve palalının Fas’a kaçmasına göz yumuldu. Ancak bu genç kızların türbanı yoktu ve Tayyip’in bunlara ağladığı ya da kınadığı görülmedi. Ethem Sarısülük polis kurşunuyla, Abdullah Cömert ve Ali İsmail Korkmaz polis veya dışarıya salınan Tayyipçi % 50’nin sopa ve coplarıyla öldürüldüler. Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüyle ilgili kamera kayıtları önce silindi, protestolar üzerine Jandarma tarafından kurtarılıp işleme kondu. Kimi katiller korunup kollanmaya devam ediyorlar. Ancak Tayyip bu gençlerimiz için de ağlamamış, eyleme devam eden Gezi Parkı direnişçilerinin üstüne polisi salarak “dağıtın” emrini vermiş ve” biber gazı kimyasalının” kullanılmasına göz yummuştu… PKK’lı caniler tarafından öldürülen asker ve siviller için de gözyaşı dökmemişti Başbakan. En azından biz görmemiştik. Reyhanlı için de ağlamamıştı, Afyon’daki cephanelikteki patlamada ölenler için de…
Ortadoğu kan gölüne dönmüş, herkesin herkesi öldürdüğü tam bir cehennem olmuş durumdadır. Suriye’de Şam yakınlarında kullanılan kimyasal bir çeşit gaz nedeniyle kadın ve çocukların çoğunlukta öldüğü 1300 kadar sivilin öldüğü bir rezaleti yaşıyoruz. Mısır’da Mursi’nin devrilmesiyle beraber askerler ve İhvan örgütü arasındaki gerginlik, yine bir katliamla neticeleniyor ve sayıları binleri aşan insanlar ya ölüyor ya da yaralanıyor. Irak’ta Sünniler ve Şiiler birbirlerini katlediyorlar, sadece geçen ay 1000’in üzerinde insan hayatını kaybediyor.
Suriye’de tam da BM üyelerinin Şam’da olduğu bir sırada Esad’ın kimyasal silah kullanması akıl dışı gözüküyor. Türkiye’de Tayyip Hükümetince desteklenen El Kaideci, El Nura militanlarının bizim sınırlardan Suriye’ye kimyasal maddeler çıkardıkları defalarca basında yer aldı. Esad’ı zor durumda bırakmak ve ABD’nin müdahalesine zemin hazırlamak için bir “komplo” kurulmuş olasılığı çok yüksektir. Ancak her kim ya da kimler attıysa mutlaka ortaya çıkarmak ve kınamak lazımdır.
Şayet ortada kirli bir savaş ve çok büyük bir kaos varsa, herkes her şeyi yapmış ya da yaptırmış olabilir. Gerçekleri bilmeden ve Türkiye’deki dinci fanatikleri kışkırtarak, Tayyip’in oğlunun da olduğu cami çıkışlarında “kahrolsun demokrasi, halifelik isteriz” sloganlarıyla dış politika yapılmaz. Öyle “Rabia” işareti yaparak İhvan Örgütü destekçiliğiyle de ancak kuru-sıkı atıp fanatik ve gözü kör destekçilerinizi kandırırsınız. Tayyip Erdoğan’ın askerlik yapmayan ve ABD’de yaşayan çocukları bazı acıları bilmezler: Türkiye’de artık demokrasi kalmadığı için, “tutuklu gazeteciler ve satılık medya” kategorilerinde Dünya birincisi olduğumuzdan ötürü her gün biraz daha boğuluyoruz. Davutoğlu’nun ve Erdoğan’ın çocukları ABD’de okurlarken, bizim öğrencilerimizin pek çoğu yumurta veya domates atmaktan hapishanelerde çürütülüyor. Donanma komutanlarımızın hepsi hapiste, pilotlarımız istifa edip “ileride atama olunca” hapse girmekten kurtuldular. Tutuklu milletvekillerinden sadece bir tanesi dışarı çıkabildi, diğerlerine müebbet….
Buna mukabil Tayyip Erdoğan’ın etrafındaki çember gitgide daralıyor ve büyük ihtimalle kendisi aslında “yalnızlığına” ağlıyordur. Bir zamanlar dost gözüken ülkelerin hiçbiri artık ona güvenmiyor. Hata üstüne hata yapıyor. Suudi Arabistan Mursi’yi desteklerken, Filistin bile Mısır konusunda “iç işlere karışmayız” şeklinde açıklama yapıyor. Hatırlarsak 2006 yılında Lübnanlı Hizbullah lideri Nasrallah, İsrail saldırılarına karşı koyarak Filistin’e büyük güç vermişti. Esad’ın düşmesi halinde Kudüs’ü de kaybedeceklerini kaydeden Nasrallah bile Davutoğlu’ndan daha iyi politika yapıyor. Bizimkiler ne yapıyor? Lübnan’da kaçırılan 2 pilotumuzun izini dahi süremiyorlar. Bu arada bir de bakıyoruz ki Beyrut’ta bombalar patlıyor, El Kaide veya İsrail orayı da kana buluyor. Bunun yanında yeni Mısır hükümeti Tayyip Erdoğan’ı “Batının ajanı” ilan etti. İran bizimkilerin suratına bile bakmıyor. Rusya ve Çin zaten ABD müdahalesine karşı koyuyorlar. Ancak her koldan Suriye’ye sokulan teröristler Esad’ı devirme pahasına Dünya’nın en kanlı savaşlarından birini yaşatıyorlar Suriye’de…
Her kim ABD’nin savaş kışkırtıcılığına ortak olursa…
Her kim PKK’lı ve PYD’li teröristlerle işbirliği yaparsa…
Her kim vatansever askerlerimizi hapislerde çürütüp, teröristlere “elinizi-kolunuzu sallayarak sınırdan çıkıp gidin” derse…
Ve her kim Suriyeli ÖSO, El Nusra gibi ciğer yiyici, kafa kesici teröristleri besleyip ellerine silah verirse…
Suriyeli kadınların tecavüze uğramasına sessiz kalırsa…
İşte onlardır Ortadoğu’nun esas katilleri…
Ve işte onlar aynaya her baktıklarında “savaş kışkırtıcısı” suratlarına mahkum olarak bir ömür geçireceklerdir. Onlar, korkunç suratlarındaki bu lekeyi asla temizleyemeyecekler, savaş kışkırtıcılığının bedelini çok ağır ödeyecek ve dökülen kanların vebalinden kurtulamayacaklardır.