Osmanlı münevverleri, özellikle Tanzimat’tan sonra (1839) Batı’da olanları izlemiş ve gelişmelerden etkilenmiştir. Ancak, sebep sonuç ilişlisi bağlamında kendi ülkelerinin çözümlemelerini yapmak yerine tercüme reçetelerle sorunları gidermeye çalışmışlardır. Bu şaşı bakış ve duruş bizim aydınımızın 150 yıllı aşan bir zaafıdır.
Türk Devrim sürecinde bu zaafı gören, ülke ve dünya şartlarından yola çıkarak hareket eden tek lider, Mustafa Kemal Paşa olmuştur. Az zamanda çok işler başarmasının şifresi bu görüşte, saklıdır. Bu gerçeği sabit kalemle not edip sürdürelim yazımızı…  
Konumuz değişim… Emperyalizm, devrimci kavramların içlerini boşaltıp onları kendi çıkarlarına göre yeniden kurgulayarak dolaşıma sürmektedir. Bize düşen, dışarıdan bakınca kıpkırmızı elma şekerinin içini kemiren kurdu görebilmektir. DNA’sıyla oynanmış GDO’lu tüm ürünler ölümcül kanserin tetikçisi olacaktır.
Anadolu’nun bilgece sözlerinden biri burada hatırlanmalıdır. “Vitrine bakma tereğe bak”…
Diyalektiğin birinci şartı, “Her şey değişir” anlayışıdır. Doğada ve toplumda her şey değişir. İşte doğayı ve toplumu ileri süreçlere taşıyan “Her şey değişir” saptaması emperyalizm tarafından dönüştürülerek kendisine hizmet edecek hale getirilmektedir.
Her şey değiştirilir…
Demokratik kitle örgütleri bazıları, son otuz yılda “Sivil Toplum Kuruluşu” olarak dönüştürülüp değiştirilmiştir. NGO’laştırılan ve teslimiyet bayrağını göndere çeken yapılar…
Sokakta bir kamera gezdirerek sorsak, toplumun büyük bir çoğunluğunun hemen hiç bilmediği bir anlatımdır NGO…
NGO… NON-GOVERNMENTAL ORGANİZATİON... Yani Hükümet Dışı Organizasyonlar… Türkçedeki ifadesiyle Sivil Toplum Örgütleri…
ABD kaynaklı SOROS ve Rockefeller Vakfı'ndan nemalanan GDO şırınga edilerek genleri değiştirilmiş, Figen Özen’in kulakları çınlasın, “Büyük Abi”nin hizmetkârı, zararlı sivil kuruluşlar... Bu kuruluşların bir kısmı da Alman Vakıfları’ndan beslenmektedir. Bunların sivilliği görüntüdedir ne yazık ki, çünkü yaldızlarını kazırsanız üstlerinde emperyalizmin forması vardır.
NGO'laşmış STK'lar emperyalizm tarafından kendilerine öğretilen ezber doğrultusunda çalışırlar.
Tam anlamıyla NGO'ların yan kuruluşuna dönüştürülen STK'lar;
a) Yerel kültürlerin yaşatılmasını,
b) Alt kültür kimliklerinin siyasallaştırılmasını,
c) Misyoner faaliyetlerine karşı toplumsal tepkiyi törpüleyerek sürecin hızlanmasını,
c) Etnik karşıtlıkların belirginleştirilerek ayrıştırılmasını görev kabul etmişlerdir.
Vitrine baktığımızda pek şirin, pek de sevimli görünen bu uğraşın tereğinde veya mutfağında emperyalizmin ulus devletleri parçalayarak federal devletçiklere bölme ve yönetme planı yatmaktadır.
Burada BOP Eşbaşkanı Sn. Erdoğan'ın da kulaklarını çınlatmalı ve kendisini hayırla (!) anmalıyız. Bildiğiniz gibi Erdoğan, sık, sık etnik kökenlerden bahsetmekte, "alt kimlik- üst kimlik" gibi ulus devleti parçalamaya dönük, bir düşünceyi savunmaktadır. Üstelik bu iki kavramı "Türkiyelilik" gibi, çakma bir çatıyla tamamlamıştır.
Diyarbakır’daki Sivil Toplum Örgütleri, “Demokratik Toplum Kongresi” adı verilen gayrı resmi federal meclis son günlerin en rağbette kuruluşlardır ve Eşbaşkan’dan kardeşi Cumhurbaşkanı’na herkesin gözdesidirler. 
Emperyalizmin “Demokratik Kitle Örgütü” ifadesindeki rahatsızlığın temelinde bu yapılarda var olan halkçı, devrimci, bağımsızlıkçı özellikler bulunmaktadır. “Kitle” sözcüğü halk kitlelerini, “Örgüt” ise düzen karşıtı devrimci, bağımsızlıkçı yapıları çağrıştırmaktadır. Öyleyse demokratik kitle örgütleri hızla dönüştürülmeli ve değiştirilmelidir.
Birilerinin dilinden düşürmediği “değişim” kavramındaki saklı zehir, yukarıda anlatmaya çalıştığımız kesitlerde saklıdır.
Emperyalizmin yeni boyalı eşiğinin adı “Yeni Dünya Düzeni”dir. Değişmez kural ve araçlarından biri de serbest piyasa ekonomisidir.
Her türlü inancı, Tanrıyı, peygamberi ticarete merdiven siyasete tramplen yapan bu sistemde kaçınılmaz sonuç her şeyin satılık olmasıdır. Soros şunları söylemektedir. “Piyasa ahlak içermez”… Öyleyse Yeni Dünya Düzeni’nin ileri demokrasisinde görülen görünmeyen her şey satılıktır.
Onur, şeref, aşk, sevgi, sevgili ve eş satılıktır…
Vatan sevgisi, vatan, ulus sevgisi ve ulus satılıktır…
Kalem tutan eller, televizyon kanallarından seslenen ağızlar satılıktır…
Egemenlik de satılıktır bağımsızlık da…
Eğitim de satılıktır, sağlık hizmetleri de…
Üniversitelerimiz de satılıktır, profesörlerimiz de…
Sendikalar da satılıktır, her türlü dernek, vakıf ve parti de…
İnsanlık tarihinin büyük devrimcisi Mustafa Kemal, Alman Mareşal Falkenhayn’ın kendisine küçük sandıklar içinde altın göndermesi üzerine şunları söylemiştir. “Kolayca tahmin etmek mümkündür ki, Mareşal Falkenhayn beni, belki benden başka birçoklarını böyle sandıklarla altın vererek iğfal etme yolunda idi”.
Mustafa Kemal’in ifadesindeki “iğfal” sözcüğünden esinlenen Yılmaz Dikbaş yeni kitabına “İğfal Avrupa Birliği’nin İğfal Ettikleri” adını vermiştir.
Biz sözü Yılmaz Dikbaş’a bırakalım.
“Avrupa Birliği’nden doğrudan ya da dolaylı yoldan hibe almış kişi, kurum ve kuruluşlar, para karşılığı iğfal edilmeyi kabul etmişlerdir.
En az 2.000 gazeteci, köşe yazarı, TV programcısı ve editör Avrupa Birliği’nden hibe alarak iğfal edildi…
23’ü üniversite hocası 41 Türk, Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki ‘Avrupa Takımı’nda yer alarak iğfale boyun eğdi…
Avrupa Birliği’nin 2002–2010 sürecinde hibe vererek iğfal ettiği vakıf, sendika, meslek odası, sanayi ve ticaret odası, dernek, meslek lisesi, üniversite, birlik ve belediye sayısı toplam 2.357’ye ulaştı…
Avrupa Birliği’nin hibe vererek iğfal ettiği bazı üniversite hocaları ve yazarlar, sözde soykırımı kabullenip Ermenilerden Özür Dileyenlerin elebaşlığını yaptılar…
ABD ve AB güdümünde, Türkiye’de Türk-Kürt çatışması çıkarmak isteyenler, Alevi-Sünni ayrışmasını körükleyenler, Cumhuriyet Devrimlerine saldıranlar ve Türk Ordusuna havlayanlar kimlerdir diye baktığımızda, hep karşımıza Avrupa Birliği ve Siyonist Soros hibeleriyle iğfal edilmişler çıkıyor…”
Bu iğfal sonucu, ülkemizde mezhep-i gayrı sahih bir türlü yaratık türemiştir.
 Demokrasi mi dediniz? Sakın ha… Siz yoksa hâlâ Demokratik Kitle Örgütlerinin ifade ettiği demokraside mi kaldınız yoksa? Vah zavallı statükocu kardeşim, vah… Şimdi “değişim” zamanı, şimdi “yenilik” çağı… Değiş artık, yenile kendini…
“Demokrasi”, ancak ABD’nin Irak’a götürdüğü gibi emperyalizm tarafından toplumlara ihraç edilen bir kandırmacadır. ABD’nin Irak’ı işgali sonucu öyle bir demokrasi (!) gelmiştir ki 1,5 milyon Iraklı ölmüş, bir o kadarı da yurdundan göçmek zorunda kalmıştır. Irak, üçe bölünmüş, insanlara işkenceler yapılmış, kadınlara tecavüz edilmiş, camiler bombalanmıştır. Böylece “Çağdaş Demokrasi”nin (!) açık hava müzesi Irak’ta ziyarete açılmıştır. Al sana değişim… Kan, ölüm, işkence ve zulümle yaşanan çağdaş bir demokrasidir ABD’nin Irak’a ihraç ettiği(!)…
Emperyalizm, ülkemizde de GDO şırınga ettiği ürünlerle değişim peşindedir. Her şeyin başına “yeni” ekleyen emperyalizmin, elinin değdiği her şey dönüştürmektedir. ABD ve AB’nin çıkarlarına göre duruş göstereceksiniz ve değişeceksiniz. İşte o zaman size “ABD’nin emri AB’ni de kavliyle” bir yaşam alanı bırakılacaktır. Ancak, ABD ve AB’nin icazet ve vesayetine biat etmez, tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist bir duruş gösterirseniz sizi bertaraf etmek için her yol ve yöntem kullanılarak çağdaş demokrasiye yeni sayfalar eklenecektir. 
Bu değişim mavalına karşı çıkıp da “kral çıplak” diyenleri ise bertaraf etmek için azami gayret gösterilmektedir. Çünkü onlar statükocudur… Çünkü onlar 1930’lardan kalma laflar etmektedirler. Ah bir yenileseler kendilerini… Al sana “Yeni Kemalizm”… Yanında ayrıca “Yeni CHP”… Yeni gibisi var mı?