“Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş, ha olmamış penceremiz”
Yörünge eksenli dünya, medeniyetler tarihi literatüründe, millet olup var olma sürecinde, bu denli gül ve gülümsemeye muhtaç olduğumuz dönem olmuş mudur? Olmamış mıdır? Sorusunun muhatabı herkesin akl-ı selimi ve vicdanı muhasebeleridir. Derd-i iştiyak ile sinenin “çak çak” olduğu akıl almaz ve çıkış bulamaz bir kıs-kaça hüküm giyme zorunluluğunun, yeni bir oluş, yenidünya düzeniyle bize sunduğu bir girift bilmece…
Günümüzde Türk milletinin hükümran olduğu ve türküler bestelediği Anadolu sunu bile ona çok görmek isteyen ve kendi tarihleri ancak bizim güle oynaya devlet kurup yıktığımız gün kadar bile olmayan milletçiklerin satılık ülke standı açmak istedikleri coğrafya; Türk yurdu.
Böyle zor ve sıkıntılı dönemlerde aklımızın başa geldiği söylenirde fakat akıl; olanla, alan arasında sıkışır sıkışırda mecburi istikametten bir türlü kurtulamaz. Ve bizi bu eğri doğrularla idare ve ikame zorunluluğuna itmek isteyip, aralarındaki birkaç dalkavuğu üçüncü sınıf ülkelerin beşinci sınıf ajanlığı ile tanımlayan, duruma göre yönetim geliştiren, her şeyle pazarlık yapabilen bir yapı toplumun önündedir. Ben artık “ terörist” ne demektir? Bilmiyorum. Özgürlük ne demektir? Onu da bilmiyorum. Hele  “halk, millet” ne demektir? Bu kavramları hiç bilmiyorum. Ama sabırla bekliyorum. Bizler sabırla beklerken bir yandan vuruluyoruz adına terör deniliyor.
Terör ya da terörizm, siyasal, dinsel ve/veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere; resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımı olarak tanımlanır. Terörün incelenmesi yapıldığında bir başka ülkenin bir diğer ülkede yaptığı katliamın bir diğer adıda denebilir. Bunu yaparken içerden işbirlikçi ve kullanılmaya müsait kişileri tespit ederek yaparlar. Organizasyonun aklı ve finansı yabancı bir ülke tarafından yapılan bu saldırılar uluslararası organizasyonların ve gelişmelerin ışığında değerlendirilmelidir.
Öncelikle yakın geçmişe hızlıca göz atarak başlayabiliriz; Irak’ın işgali ile birlikte oluşan Ortadoğunun karıştırılması sürecinde takip edilen yolun mezhepsel ayrıştırma sureti ile bu coğrafyaları sürekli savaş halinde tutarak Türkiye’nin doğu ve güney sınırlarının etrafında bir yay şeklinde oluşan İran’ın nüfus alanının genişletilmeye çalışıldığını daha doğrusu İran’ın işine gelebilecek stratejik atakların yapıldığını belirtmiştim, gelinen süreçte kısa tahliller yapılarak bu sonuçlara ulaşılabileceğini görmekteyiz. Diğer yandan kuzey ve kuzey doğumuzda bir yay şeklinde yayılan ve etki alanını genişleten bir Rusya’nında var olunduğunu son istilalarının da(Ukrayna, Kırım) bu noktada değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştim. Bu süreçte içerde de Bop eşbaşkanlığı yapanlar kendi ideolojik fikirlerine uygun örgütleri bu coğrafyalar içerisinde desteklemekte ve lojistik yardımları sağlamaktadırlar. Bu yardımlar sağlanırken devletin imkânları kullanılmakta, Türk milletinin kaynakları Türk düşmanlarına yönlendirilmektedir. Devletin kaynakları ile yetinmeyen bu unsurlar yerel bazda da çeşitli yardımlar adı altında yerel işbirlikçileri vasıtası ile İŞİD denen terör örgütüne yardım etmektedirler. Ne yazık ki Çorumdan da tüzel kişiliği temsil eden sanayici ve iş adamları kullanılmak üzere yardım ve yataklık yapmışlardır. O günde çeşitli görüşmeler yaptığımız halde olayın vahametine vakıf olamayan birkaç lümpen ve ham yobaz niteliklerde sözde sanayici ve işadamı olan bazı zevatlar bu yapmış oldukları yardımlarla topraklarımızın işgal edilmesi alt yapısına katkı, teröre de destek olup yardım etmişlerdir. Türk milletine kast eden bu lümpen ve ham yobazlardan oluşan güruhu tekrar kınıyor ve masumların laneti üzerlerine olmasını diliyorum.
Geldiğimiz konum itibari ile ülkemiz etrafında kısa bilgilerle; İran, bölgemizin bop denen ihanet projeji ile Irak, Suriye, Libya, Tunus, Mısır gibi ülkelerde yapılmaya çalışılan istikrarsızlaştırma ve sürekli savaş ve terör hali ile mezhepsel çatışmaların körüklenmesi bu bölgede İranın güçlenmesine yol açmıştır. Bop planlanırken yapılmış bir durumdu ve öylede gelişti, şimdi gelinen durumda İran’ın nükleer geliştirme çalışmalarında Amerika ile uzlaştığını bilmekteyiz. Rusya, iki kutuplu dünya diye başladığımız sözlerimizde hikaye okuduğumuzu sananlar bu iki kutubun bir araya gelebilme ve bir anda enerjilerini verdikleri yeri yok edebilme gücüne sahip olabildikleri değerlendirme dışı bırakılmıştı. Bu nedenle kuzeyimizde gelişen hadiselere, ilk önce Amerikan destekli Suudi kılıflı yardımla Çeçenistan’a giren düşünce orayı mahvetmiş ve Rusya’nın eline vermiştir. Ardından Gürcistan, Ukrayna, Kırım yakın tarihimizdir, kafamızda canlandırırsak Türkiye’nin kuzeyi kapatılmıştır Rusya tarafından. Amerika bizi bop denen yıkım projesi ile hem uyutmuş hemde süreci hazırlamıştır güneyimiz kapatılmıştır.
Geldiğimiz son nokta; Durum gerçektende vahim NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg 08.10.2015 tarihinde düzenlediği basın toplantısında (Bizim basında oldukça farklı) Amerika ve Rus gazetelerinde net olarak görülebiliyor. NATO Sekreteri; operasyon (Rusya’nın Suriye’de yaptığı operasyon)ayrı bir uluslar arası koalisyon çatısı altında koordine ediliyor, ifadesi kullanmakta Moskova’nın hamlesinin mantıklı olduğunu dile getiriyor. Amerika basınında; savunma bakanı Carter ise, Suriye konusundaki stratejimiz hatalı idi diyor. Abd ve Rusya temel kurallar ve karşılıklı operasyon için diyaloga geçtiklerini belirtiyor. Rusya savunma bakanı Sergei Shoigu ise yaptığı açıklamada, Rusya ile ABD, İslam devletine karşı saldırı koordine etmeye hazır olduğunu söyledi 07/10/2015. Nato burada hava sahası kontrolörü konumunda anlayacağınız.
Düşünülmesi gerek birkaç soru;
Batılı devletlerin 1829’larda ortaya çıkararak bizden ayırdığı bu bölgedeki “Vehhabilik” hortlatılarak ne yapılmak istenmektedir.?
Bölgede ortaya çıkarılan Şii- Sünni çatışmalarından kimler çıkar sağlamaktadır?
Büyük devletler “ Ortadoğu’yu” İran’la dengelemek için Şiileri bölgenin hakimi yaparak neyi amaçlamaktadırlar?
Irak işgal altındayken bir türlü göremediğimiz Şii direnişi Lübnan’da nasıl direnmiştir?
400 seneyi aşkın Türklerin idaresinde bulunan bu bölgede (Dünya enerji kaynaklarının %65’inin bulunduğu bölge) olmamamızı kimler istemektedir?
Ülkemizdeki adı “sivil” olan toplum kuruluşları başka hayati meselelerimizde değil de neden böyle süreçlerde ortalığı toza katmaktadırlar?
Dünyadan tecrit edilmiş bir Türkiye’nin yaşama ve bölgede söz sahibi olma şansı nedir?
Etrafımızda gelişen bu hadiseler ve gerçekler ışığında büyük ülkeler görev ve bölüşmeleri yapmış planlarını uygulamakta oldukları görünmektedir. Etrafımız ateş çemberine dönmüş iken içeride bir kargaşa ve düşmanlık geliştirilmesi planlanmakta iç karışıklığımızdan istifade edilerek bizi nakavt etmeye çalışmaktalar. Çünkü biliyorlar ki sadece milletin kendi içerisinde bulunan cevher var olursa bu milleti bölemez ve parçalayamazlar esas olan vatandaşlarımızı birlikte yaşama arzusu ve barışa olan sürekli isteği çok önemlidir. Tüm kurumlarımız Cumhuriyetin tüm değerleri yerle bir edilmeye çalışılıyor burada bu tahribat neticesinde Geldiğimiz yer itibari ile kendi ülkesinde 10 metrekarelik bir alan içerisinde kışlasındaki bayrağı koruyamayan bir yapının büyük bir vatan coğrafyasını nasıl koruyacağını artık sizler düşünün.
Güvenlik güçlerimizin şehit edilme ve ülke genelinde patlatılan bombaların aynı yönde ve aynı merkezler tarafından koordine edildiğinin iyi gözlemlenmesi gerektiği kanaatindeyim toplumun önünde kendilerini konumlandıranların bu süreci iyi tahlil ve analiz etmeleri gerekmektedir. Son kale milletimizin cevheri aslisidir, bu ise milletin birliği ve beraberliğe olan özlemi ile güçlendirilebilir. Zor ve sıkıntılı günlere girdik gidecek bir yerimiz sığınacak bir dostumuz yoktur. Terörden medet ummak teröre sevinmek ancak sadist, cani ve ifade edilemeyecek kadar aşağılık bir ruh halidir. Türkiye Cumhuriyeti devleti “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini kendisine şiar edinmiştir. Ve bu da bizim için doğru olandır. Barıştan yana olmamak ve huzur istememek olsa olsa ruhen hasta olmaktır. Siyasetiniz, becerileriniz ne olursa olsun bu coğrafyanın ortak paydasında buluşmak zorunluluğundayız. Unutulmamalıdır ki aynı mahallede komşuluk yapanlar yarın yan yana cephede olacaklar. Bizi bizden başka kimse anlamaz ve kollamaz, Bir olalım iri olalım diri olalım.