Yazmak birçok hastalığın çaresiymiş meğer. Saplantılardan, kokuşmuş alışkanlıklardan, aç gözlülükten koruyan bir aşıymış adeta.
Ne yazdığınız da önemli elbette… Neler okuyorsanız, neler yaşıyorsanız onları kâğıda döküyorsunuz.
İnsanın kendisini sınamanın tek yolu yazmak… Yanlış düşüncelerini böyle kusuyor insanlar; yazarak. Düşünmek de önemli bir takım prangalardan kurtulmak için. Ancak beynin sentezlediği aminoasitler her ruh haline ve yaşadığınız ortama göre değişmekte. Yaşadığınız doğru ruh hallerini kayda geçmek gerekiyor. Hatırlatılası metinler gerekiyor doğru düşünceleriniz için. Ayrıca hayal dünyanızı da arşivliyorsunuz böylece… Kaç insan hatırlıyor ki, kimilerine göre anlık zihin yanılmalarını?
Toplumsal düzen, birilerinin fikir uçuşmaları ile düzenlenemezdi mesela. Metne dökülmeliydi. Bu karşımıza anayasaları doğurdu. Toplumsal hayat düzenlendi. Cemil Meriç der ki; “Yazı olmasaydı medeniyet olmazdı.”
Bugün ise insanoğlu yazıyı unutmuş gibi, toplumsal hayatı bir metinde tekrar düzenlemekten aciz. Martin Luther’in 16.yüzyılda başardığını, gelişmiş olduğu iddia edilen insanlık 21. yüzyılda başaramıyor. Harfleri mi unuttuk, düşünmeyi mi bıraktık? Bugün tüm dünyayı etkileyen kavgaların nedeni ortak bir metin oluşturamamaktan değil mi? Her toplum birbirine temsilcileri ile sözler veriyor ve her biri sadece söz olarak kalıyor. İnsanoğlu yazmayı bıraktı, yazmayı bıraktığı için insanlığını da bıraktı.
Mevlana ve Yunus Emre gibiler yazdılar ve nesilleri için huzurun kaynağı oldular. 21. yüzyıl toplumlarının radyasyondan başka, gelecek nesilleri için elinde neyi var? Düşünen insanlar yazmak zorundalar bence… Sümerliler kadar hevesli olmalılar bugün. Hayata geçmeyen, kâğıda dökülmeyen, dört duvar arasında size ait olan her şey faydasız. Yazıyı tekrar keşfetmenin günü, bugün…