Zeytin dalı barışın sembolüdür. Barış ise büyük değer!

Savaş ve kaos çıkarmak amacıyla ittifak kurmak ne kadar büyük bir insanlık suçuysa, barış ve refah için ortak çalışmak, güç birliği yapmak, ittifak kurmak, müttefik olmak bir o kadar büyük erdemdir. Mazlumun yanında durarak acıyı, gözyaşı ve esareti ortadan kaldırmak, hak ve hukuku hakim kılmak üzere yola çıkmaksa bilgeliktir, irfan ve medeniyet sahibi olmaktır. Bu yolda tek başına kalmak ise; şüphesiz insanlık adına vahim olsa da insanlık değerlerinin korunması için verilen büyük bir hizmettir.

Bugün bölgesinde ve dünyada hak ve hukukun tesis edilmesi yolunda mücadele veren Türkiye’yi değerli kılan, köklü medeniyetinden gelen değerlerini her şeye rağmen koruyabilmiş olması ve savunmak yönünde güçlü bir irade ortaya koyabilmesidir. Tek başına kalmayı göze alarak hak ve adalet davasında tavizsiz ilerlemek, mücadele vermek ve ayağını bastığı her yere ümit ve insanlık değerlerini götürebilmek irade ve kabiliyeti Türkiye’yi bugün medeniyetin en üst noktasına çıkarıyor, yüceltiyor ve adeta yıldızlaştırıyor.

Müttefikliklere Zeytin Dalı!

Düşünüldüğünde ne kadar acıdır, müttefiklerine yani dostlarına zeytin dalı uzatmak!

Pekala; bir devlet için imza konulan sözleşmedeki kabulleri unutmak mümkün müdür? Tabi ki olamaz!

Esasen müttefiklik sözleşmesi ilk anda aynı sözleşmeye imza koyanlar arasında karşılıklı uzatılan zeytin dalıdır ve imza konulan metinler sizi ortağız, dostuz, beraberiz noktasına getirir. Ancak; en zor anınızda aynı sözleşmeye imza koyduğunuz müttefikiniz, varlığınızı tehdit eden terör örgütleriyle birlikte karşınıza karşıt bir güç olarak çıkarsa ne olur? Bu durum müttefiklikle açıklanabilir mi? Dahası müttefiklikle bağdaşır mı ve bu çarpık anlayış acaba neyi temsil eder? Müttefiklik bağını uluslararası antlaşmalarla imza altına alanların karşınıza sizi tehdit edecek araçlarla birlikte geçmesi ne demektir? Ve bu çerçevede olup biteni anlamak için sorulacak pek çok soru…

Uzun yıllar boyunca idrak etmekte zorlanılsa da bugün artık akvaryumun suyu berrak ve özellikle Suriye’deki sürece dahil olan bazı müttefiklerin tutumları niyetlerini ortaya koyuyor ve her şey tüm açıklığıyla görünüyor. Özellikle 2015 yılından itibaren devam eden ve bugünlerde ortaya çıkan saldırılar ve somut gelişmelerle netleşen müttefiklerin olumsuz ve Türkiye karşıtı tutumları, artık Türkiye için kavranması zor ve büyük hayal kırıklıklarıyla devam eden bir sürecin tamamlamasına yol açmıştır.

Türkiye artık olaylara rasyonel bir çerçeveden bakıyor ve kararlılıkla milli çıkarlarını korumak yönünde inisiyatif alıyor. Bunun bir sonucu ve büyük devlet olmanın gereği olarak Türkiye ayakları yere basan soğukkanlı bir tavırla müttefiklerine kapılarını kapatmıyor ve “zeytin dalı uzatarak bir şans daha tanımak” üzere politika izliyor. Türkiye’nin bu tutumunun ne büyük bir asalet göstergesi olduğunu tarih kaydediyor. Söz konusu erdemli tutum; kadim bir medeniyete sahip olmanın, irfanın, bilgeliğin ortaya koyduğu bir tavırken, dostların yada müttefiklerin anlamlı tepkisizliği yada edepsizliğini de iyi anlamak gerekiyor!

Pekala müttefiklik kavramını yoksa biz mi yanlış biliyoruz, yada muhataplarımız mı? ve acaba bazı kavramlara biz mi farklı anlam ve değer yüklüyoruz, düşünmek gerekiyor.

Bakalım! müttefiklik nedir?

Türk Dil Kurumu “bağlaşık olan” demiş, esasen anlaşma ile bağlanmış olan, ittifak halinde olan, işbirliği yapanlar topluluğu, aralarında anlaşma veya sözleşme sağlanmış olanların oluşturduğu topluluk, anlaşmaya dayalı birbiriyle sıkı sıkıya bağlı ve karşılıklı bağımlı olan anlamında kullanılıyor.

O halde; müttefiklik tek tarafa değil tüm taraflara karşılıklı sorumluluk yüklüyor. Bir örnek üzerinden gidelim, örneğimiz NATO olsun.

Yirminci yüzyılın en büyük askeri ittifakı olan NATO yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü(North Atlantic Treaty Organization) 1949 yılında 12 ülkenin (Belçika, Lüksemburg, Kanada, Hollanda, Norveç, Danimarka, Portekiz, Fransa, İzlanda, İtalya, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletleri) Kuzey Atlantik bölgesinde istikrarı sağlayarak üyelerinin "özgürlüğünü, ortak miras ve medeniyetini korumak" amacıyla ve Sovyetler Birliği'nin Avrupa'daki etkisini kırmak üzere kurulmuştur. Türkiye ise NATO’ya 1952 yılında Kore savaşına(1950) katıldıktan sonra, Yunanistan ile aynı zamanda katılmıştır. Almanya (1955), İspanya (1982), Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan (1999), Litvanya, Bulgaristan, Estonya, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Letonya (2004), Hırvatistan ve Arnavutluk (2009), Karadağ(2017) ise ittifaka Türkiye’den daha sonra katılan ülkelerdir.

1955 yılında ise Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri NATO'ya karşı bir askeri güç olarak Varşova Paktını kurmuşlardır. Ancak Sovyet Cumhuriyetler Birliği'nin 1991'de dağılmasıyla birlikte Varşova Paktı dağılmıştır. Paktın dağılmasıyla komünizme karşı kurulan NATO ‘nun kuruluş amacı bir bakıma ortadan kalkmış ve amaç değişikliğine giderek “üyelerin istikrarını tehdit eden “terörizm” gibi tehditlere karşı savunma yerine müdahaleci bir görev üstlenmesi” söz konusu olmuştur. Askeri işbirliğinin önemli bir yer tuttuğu NATO antlaşmasında “üye ülkelerden birine herhangi bir saldırı olması halinde diğer üye ülkeler, saldıran ülkeyi ortak düşman olarak tanıyıp, askeri birlik gönderme ya da askeri müdahale dahil yaptırım uygulama hakkına sahip kılınmıştır.”

Türkiye’nin NATO’da askeri kabiliyet bakımından özel bir yeri vardır ve öyle ki; Türkiye NATO’nun en önemli ve yüksek kabiliyete sahip askeri güçleri arasında ilk sıralardadır. Kore, Afganistan, Bosna gibi pek çok yerde bu kanıtlanmıştır.

Türkiye kuruluşundan beri NATO savunması kapsamında Varşova Paktı’na (Doğu Blokuna) karşı dik durmuş ve NATO’nun güney sınırını korumuştur. Bu uğurda kalkınması için kullanabileceği fiziki, mali ve insan kaynaklarını üye olmazdan da önce başlamak kaydıyla harcamış ve halen harcamaya devam etmektedir.

Afrin’e Zeytin dalı harekatını doğru okumak!

Türkiye karasal alandaki NATO’nun güney sınırlarına olan terörist güçlerin tehdidini doğru okumuş ve önce Fırat Kalkanı sonraysa Zeytin Dalı harekatını başlatmıştır. Bu kapsamda Zeytin Dalı Harekatı Afrin üzerinden “kadim devletimizin ve asil milletimizin tüm dünyada insanlık için adaleti hakim kılmak yönündeki niyet beyanı ve hareketi” olarak öne çıkmıştır. Bu nedenle bulunduğu coğrafyada barışı tesis etmek, adaleti sağlamak, hakkı hakim kılmak ve haklının yanında olmak üzere mazlumlara kucak açmıştır.

Yine bilindiği gibi harekat uluslararası hukuk temelinde BM Sözleşmesi'nin 51. maddesine dayalıdır ve hedef terör örgütleridir ve harekat Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı kapsamında devam etmektedir. Ayrıca BM Güvenlik Konseyi'nde alınan terörle mücadeleye ilişkin 1373, 1624, 2170, 2178 sayılı kararlar uyarınca, Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı esasına göre yürütülmektedir." Bunun yanında "Harekat uluslararası hukuk temelinde zorunluluktan doğmuştur. Ancak ABD müttefikimiz olarak Türkiye’yi tehdit konusunda Türkiye’nin gerekçelerini anlamazken; yakın geçmişte ve halen NATO için karşısında durduğumuz Rusya gerçeği net olarak görmüş ve Zeytin Dalı harekatında Türkiye’nin haklılığını kabul etmiştir.

Türkiye’nin beka meselesi!

Türkiye kendisinin ve coğrafyasının bekası için büyük bir devlet ve kabim bir medeniyetin sahibi olarak üzerine düşen görevi yapmış ve Afrin üzerinden tüm dünyaya Zeytin Dalı uzatmıştır. Türkiye meşru müdafaa hakkının verdiği büyük güçle milletiyle, devletiyle, askeriyle, siviliyle ve tüm unsurlarıyla tek vücut olarak mücadeleye karar vermiş, hakiki müttefik ve gönül coğrafyasındaki devlet ve insanların destekleriyle harekatı başarıyla sürdürmektedir. Ve tabi ki; Türkiye aynı sözleşmeye imza koyan müttefiklerinden müttefikliğin gereklerini yerine getirmelerini beklemektedir.