Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazı; akademisyen terbiyesi çerçevesinde, tarafsızlığı esas alarak Türk Siyasetinin ve bu alanda gelişen olayların daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamak amacıyla ele alınmıştır. Bir başka deyişle yazımın amacı; son günlerde Türk siyasetinin gündemine taşınan gelişmelerden birisi olarak ön plana çıkan, muhtemel MHP ( Milliyetçi Hareket Partisi) kongresinin bir fotoğrafını çekmek ve bilimselliği önceleyen bazı değerlendirmelerde bulunmaktır.

Değerlendirmelere geçmeden önce, özellikle iki hususun vurgulanmasında yarar görüyorum. Birincisi, MHP’de kongre sürecinin işletilmesini, MHP’nin etkili bir siyasal aktör haline gelmesi açısından olması gereken bir zorunluluk olarak kabul ediyorum. İkincisi ise taraf değilim. Yani kimin kazandığı ya da kazanacağı beni ilgilendirmiyor. Olayın beni ilgilendiren tarafı, Türk Milliyetçiliğinin kazanması ve etkili bir siyasal aktör haline gelmesidir. Çünkü, içinde bulunduğumuz konjonktür, şiddetle böyle bir ihtiyacı ortaya koyuyor.

MHP’ deki Kongre ihtimali bile, kamuoyunda sessiz ama bir o kadar da derinden takip ediliyor. Takibin aktörleri; mevcut MHP yönetimi, Muhalif Kanat, AKP başta olmak üzere diğer Muhalefet Partileri, Türki’ye Kamuoyu ve Türk Dünyası ve Diaspora Türklüğü gibi farklı kesimlerden oluşuyor. Yani bunun anlamı, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun MHP’yi, Türkiye’nin ve Dünya’nın gündeminin merkezine taşıdığı şeklinde yorumlanabilir.
Bu bir abartı değil. Son yapılan, ancak kamuoyu ile paylaşılmayan, kamuoyu yoklamaları MHP’yi %20 ila % 28 bandına doğru götürüyor. Tabii ki, problemlerini çözmüş ve kendisini yenilemiş, umut vadeden bir MHP’den bahsediyorum.
Bu gelişme; Türkiye’nin yönetsel geleceği ile ilgili hesap yapan pek çok aktörü huzursuz ediyor ve onları tedbir almaya zorluyor. Türk siyasi hareketinde maalesef en çok kullanılan ve en kolay olan yıpratma taktiği ise, çamur at izi kalsın politikası olarak kendisini gösteriyor.
Hali hazırda MHP’yi yöneten gücün; doğal olarak ya da kendince haklı gerekçelerinden hareketle süreci işletmemesi, Ülkücü camiayı fasit bir daire içine sıkıştırarak, kendisini ve yanlışlarını tekrara mecbur bırakıyor. Öte yandan bilindik kurgu ve yakıştırmalarla kamuoyunun kafası karıştırılarak, muhalif kanadın konumu ve niyeti ile ilgili kaotik bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Burada, küresel güçlerin Türki’ye içindeki lobilerinin ürettikleri senaryolar da bu kaotik algıya destek veriyor.

Bahse konu bu algı operasyonunda, kitle iletişim araçları ve sosyal medya yoğun bir biçimde kullanılıyor. Söz konusu senaryoların etkisi ile çıkış yolu arayan ve Türk Milliyetçiliğinin yenilenerek güçlenmesini talep eden kesim, yine aynı kanaatleri paylaşan ve yaklaşık aynı hassasiyetlere sahip başka bir kesim tarafından, bazı illegal oluşumların temsilcileri olarak gösterilerek itibar kaybına maruz bırakılıyor. Böyle bir yaklaşım, hem doğru değildir ve hem de kabul edilemez bir durumu ifade etmektedir. Çünkü hiçbir ülkücü kendi iradesini birilerine teslim etmez ve inandığı misyonu nu başka bir güce asla satmaz. Ülkücülüğün kitabında böyle bir şey, tarihinin hiçbir döneminde yazmadı, yaşanmadı ve asla da yaşanmayacaktır.
İtibarsızlaştırmayı merkeze alan bu tür eylemlerin amacı; geleceğe dönük olarak, birlik ve kardeşliğin zaafa uğratılmasını sağlamaktır.
Operasyon bununla da bitmiyor. Ülkücü camianın en önemli özelliklerinden birisi olan, dayanışma ve arkadaşı için kendisini feda etme duygusu ya da kültürü düşmanlığa dönüştürülmeye çalışılıyor. Böylece, “Büyük Türki’ye Ülküsünün” peşinden birlikte ve daha güçlü bir şekilde koşulmasının temeli ve kardeşlik köprüsü de sarsılmış oluyor. Bu durum; gelecekle ilgili olarak, Ülkücü Camianın temeline dinamit koymakla eş değer bir tavır olarak yorumlanabilir. Yani, gafletle ihanet sonuç itibariyle aynı şeydir. Bu tespitim yanlışı yapan ve yanlışın içinde yer alan herkes ( hangi taraf olursa olsun) için geçerlidir.

Şimdi gelelim bize ait, bizim olan doğruları söylemeye. Ülkücü camiada geçmişte olan, hali hazırda bu camianın içinde olan ve hizmetine devam eden ya da duygusal anlamda kendisini bu camiaya ait hisseden herkes bizim için önemlidir. Aynı zamanda eşit değerdedir. Büyük düşünelim, büyük resmi görmeye çalışalım. İnsani hırslarımızın bizi götüreceği olumsuz noktalar ya da olumsuzluğun altına atacağımız yanlış imzalar, tarih nezdinde ebediyen yargılanmamıza neden olabilir.

Camianın daha fazla örselenmeye, ezilmeye veya bedel ödemeye takati kalmadı. Artık Yüce Türk Milleti; kendi ideallerini güçlü bir şekilde reel politiğe aktarabilecek, dünyada ki değişimi okuyabilen, toplumun tamamını kucaklayarak iktidara talip olma iddiasına sahip, kitleleri heyecanlandırabilen ve daha da önemlisi onların yüreğine dokunabilen, bir siyasal organizasyonun ya da bir siyaset dilinin kotarılmasını şiddetle ve özlemle bekliyor. Ülkücü camiaya düşen görev; kırmadan, dökmeden, asalet ve vekareti elden bırakmadan bu dönüşümün sağlanmasının önünü açmaktır.

Buna; Ülkücü Camia, Büyük Türk Milleti, Türk-İslam Coğrafyası ve bütün Dünya açısından ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Çünkü önce güçlü bir millet inşa etmeden, ne Türk Dünyası ve ne de Ümmet olgusu gerçekleşebilir. Büyük Türk Tarihi göstermektedir ki, Türk’ün hayat pratiğinde Müslümanlıkla Türklük et ve tırnak gibidir. Başkası düşünülemez. MHP kurultayının maşeri vicdanına ben böyle bir anlam yüklüyorum. Başkaları da başka anlamlar yükleyebilirler. Her türlü anlam, yorum ya da değerlendirmeye saygılıyım. Bu vesile ile muhtemel kurultayın, milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.