“İnsanlar, kutsalları adına mücadele eder ve savaşırlar. Bunu görmek için tarihe bakmak yeterlidir.
İşte bu gerçeği iyi bilen egemenler, kendi çıkarları ile halkın kutsallarını özdeş göstererek kitleleri yönlendirmişlerdir. Zaman ve mekân değişse de bu strateji hiç değişmemiştir.
Kendi tarihimize bakınız. Kurtuluş Savaşı (1919-1922) boyunca ve Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra 1923-1938 arasında çıkartılan isyanlarda kitleler, kutsalları kullanılarak sokağa dökülmüşlerdir. Yani emperyalizm, Müslüman mahallesinde papaz külahı ile gezilmeyeceğini çok, ama çok iyi bilir.
İslâm tarihine dördüncü mezhebi kazandıran emperyalizmdir. Vahabi mezhebi, İngiliz Müstemlekeler Bakanı’nın emriyle kurdurulmuştur. Amaç, Osmanlı Devleti’nin parçalanması ve yıkılmasıdır. Müslüman, Müslüman’ı kırarken kazanan emperyalizm olmuştur. 
Son birkaç yıl içinde Suriye’de yaşananlara bakınız. Müslüman olduğunu ileri süren terör örgütleri Müslüman halka zulmederek, katliamlar yaparak emperyalizme hizmet etmektedirler.” (Milli İrade Nedir? Sf.62, Elmadağı Yayınları, İstanbul, 2014)
İnsanları, inanç ve etnik köken üzerinde ayrıştırıp birbirlerine düşman etmek, bu gerginlik ve husumetin atması için yangına benzin dökmek küresel çetelerin klasik taktik ve hamleleridir.
Toplum Alevi- Sünni, lâik-lâik olmayan vb kamplara ayrıştırılır. 12 Eylül 1980 darbesine giden yolda Türkiye bu tip gerginlikler ve çatışmalarla iç savaşa sürüklenmek istenmiştir. Mayıs 1977’de İstanbul’da bir Mayıs kutlamalarında çıkartılan olaylarda 36 kişi hayatını kaybetmiştir. Maraş, Çorum gibi illerde Alevi-Sünni çatışmaları varmış gibi kışkırtıcılar eliyle çıkartılan olaylarda onlarca insan yaşamını yitirmiş, onlarca aile başka kentlere göçmek zorunda kalmıştır. Suikastlar, kahvehane taramaları ile ortalık kan gölüne çevrilmiş, insanlar geceleri sokağa çıkamaz olmuştur. Böylece kitleler planlanan darbeye karşı psikolojik olarak hazırlanmıştır. 12 Eylül 1980’de darbe olduğunda halk, “Oh be… Kurtulduk” diyecek noktaya getirilmiştir.
Halkı “Alevi-Sünni”, Lâik, “anti-lâik” diye ve/veya etnik temelde kamplara ayıran küresel çeteler yapay düşmanlıklarla insanları oyalanırken ulus devlet Türkiye parçalanmaya çalışılmaktadır. Her türlü yağma ve sömürü tam gaz devam ederken halk gerçek düşmanı göremez hâle getirilmiştir. 
Baş düşman küresel çeteleri (emperyalizm ve Siyonizm) topluma anlatarak en geniş birleşik cepheyi kurarak mücadele etmesi gereken parti, sendika ve dernekler ise iç operasyonlar yapılarak etkisizleştirilmektedir. Ülkemizde adı var kendi yok muhalefet ve sendikalar bu hamlelerin eseridir.
İstanbul’daki Validebağ Korusu, III. Selim döneminden başlayarak insan eliyle ağaçlandırılmış bir orman alanıdır. Kentin nadir oksijen üreten yerlerinden biridir. Genelde Türkiye’yi özelde İstanbul’u yağmalayan anlayışın iştahını kabartan bir yerdir. Katline ferman, betonlaştırılacaktır. Ancak…
Burada yapılmak istenen, kitlelerin her zaman olduğu gibi kutsallar üzerinden yönlendirilerek yönetilmesidir. Yağmalanacak alana bir cami projesi yapmak işin en kestirme yoludur. O yerleşim bölgesinde yeni bir camiye ihtiyaç olup olmaması mesele değildir. Yeşil alan yağması geniş kitlelerin gözünden ve gönlünden cami projesi ile örtülerek gizlenmektedir. Bir kesime “Görüyorsunuz işte… Bu kör olası lâik, Allahsızlar camiye karşı çıkıyorlar” diyerek rant ve yağma gemisi yürütülmektedir.
Bu arada İstanbul 7. İdare Mahkemesi’nin cami inşaatı yapılmak istenen araziyle ilgili verdiği yürütmeyi durdurma kararı maalesef bir önem taşımamaktadır. Ankara’daki Atatürk Orman Çiftliği yağmalanarak yürütmenin başı Erdoğan tarafından resmen kaçak olarak yaptırılan devasa bina bir hukuksuzluk abidesi olarak bütün dehşetiyle yerindedir. Bu kaçak inşaatta da mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararı Erdoğan tarafından ayaklar altına alınmıştır. Mevcut iktidar ve ona bağlı idari yapıların mahkeme kararlarına uymasını beklemek deveye hendek atlatmaktan daha zordur.
Hakkâri Yüksekova’da yol ortasında üç askerimiz terör örgütü tarafından kalleşçe şehit edilmiş ve hemen ardından Karaman İli Ermenek ilçesi Güzelyurt beldesinde 15 gün önce hizmete giren Kömür Ocağında 350 metrede oluşan bir su baskını ile 18 işçi mahsur kalmıştır.
Bu iki elim olay Validebağ Korusu’ndaki yeşil alan yağmasını halkın dikkatinden kaçırmak isteyen medyanın ekmeğine yağ sürmektedir. Sosyal paylaşım sitelerinde yapılan haberler ise ne yazık ki yeterli değildir. Türkiye genelinde, yapılanların ne denli vahim bir yağmanın bir uzantısı olduğunun anlaşılması zordur.
Konuyu üç gün incelediğini söyleyen Hüsnü Mahalli Yurt Gazetesi’ndeki köşesinde şunları yazmıştır. (27 Ekim 2014)
“Vardığım nokta şöyle :
Bir caminin inşa edilmesinin temel koşulları var. Bu koşulları şöyle sıralayabiliriz:
1- Cami'nin inşa edileceği bölgede cemaatin istek ve rızası olmalı.
2- Cami'nin inşa edileceği alanın bir sorunu olmamalı.
3- Cami'nin inşa edileceği yere yakın başka cami ve camiler olmamalı. Yani yeni Cami diğer yakın cami ve camilerin cemaatini bölmemeli.
4- Cami inşaatını üstlenen insanlar 'dini bütün ve tertemiz Müslüman' olmalı.
Peki, Validebağ Cami inşaatında durum ne?
1- Bölgede cemaatin istek ve rızası yok.
2- İnşaatın yapılacağı küçük alan belediye hukuku açısından problemli çünkü orası yeşil alan ve inşaata kapalı.
3- Yeni Cami'ye çok yakın iki cami var. Cuma hariç bu camilerde namaz kılanların sayısı 10-15 kişiyi geçmiyor. Yeni Cami inşa edilirse bu sayı 5-6 kişiye düşecek ve cemaat bölünecek.
4- İnşaatı üstlenen insanlar ile ilgili olarak söylenecek çok şey olabilir ama orası benim ilgi alanım değil.”
Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce ise “O bölgede camiye ihtiyaç olduğu tespit edilmiş ve belediye başkanı da buna öncülük etmiş. Buna muhalefet etmenin bir manası yok” diyerek kutsallar üzerinden rant gemisini yürütmeye devam etmektedir.
Madende yaşanan olaylar Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından hep bir bahane ile kaçan veya iptal eden karşıdevrimci anlayışa adeta “gol pası” olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kaçak binada yapacağı Cumhuriyet kutlamasını iptal etmiştir. Bir taşla iki kuş…
Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve neredeyse bütün yurda yayılan protesto eylemleri sürerken Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği yağması bütün hızıyla devam etmekteydi. Sosyal paylaşım sitesinde (Facebook) Atatürk Orman Çiftliği ile ilgili imza kampanyaları düzenlenmekteydi.
Ankara’daki protesto eylemlerinin neden Atatürk Orman Çiftliği’nde yapılamadığını hayret ve dehşetle izliyordum. Yağma bitip de inşaat yapıldıktan sonra yapılacak muhalefet demeç vermekten öteye geçmez. Ve öyle de olacaktır. Dönemin Başbakanı Erdoğan’ın yürütmeyi durdurma kararı veren mahkemeye nasıl ateş püskürdüğü ihtimal unutulmuştur.
Geciken adalet nasıl adalet değilse geciken hamleler de boşa sıkışmış kurşun gibidir.  
Meraklısı için ek: Türkiye’ye dayatılan özelleştirmenin uzantılarından biri de kamu kurumlarında ve belediyelerde şirketler eliyle işçi alınmasıdır. Asgari ücretle çalıştırılan bu işçilerin ne sendikası vardır ne de iş güvenceleri… Hayatları iki dudağın arasındadır. Şimdi de aynı uygulama memurlar için yasalaşmıştır. Bu çağdışı uygulama memurları da kapsarken kamu sendikalarından kayda değer bir tepki duydunuz mu hiç? Bu yasanın çıkartılası için geçen süreçte ses çıkartamayanların hangi güçlere hizmet ettiğini söylemek için siyaset bilimci olmaya gerek var mı? 
Ne demiştik?  Geciken adalet nasıl adalet değilse geciken hamleler de boşa sıkışmış kurşun gibidir.