Türkiye’de yapılmış ilk uzun metraj 3D animasyon film olma özelliğine sahip Allah'ın Sadık Kulu: “Barla izleyiciyle buluşuyor.Yönetmenliğini Esin Orhan’ın yaptığı, Samanyolu Yayın Grubu’nun 3,5 yıllık titiz bir çalışmasının ürünü olan Allah'ın Sadık Kulu: Barla filmi uzun bir bekleyişin ardından bugün izleyiciler ile buluşuyor. “Motion capture” tekniğiyle Türkiye’de yapılmış ilk uzun metraj 3D animasyon film olma özelliğine sahip Allah'ın Sadık Kulu: Barla’da (108 dk) karakterlerden mekana kadar tüm figürler gerçeğe en yakın hali ile kullanıldı. Yapımda Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri, tamamen orijinal fotoğraflarından faydalanılarak üç boyutlu olarak modellendirildi. Budapeşte Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilen projenin müzikleri, Aria Müzik’ten Cengiz Onural ve Bora Ebeoğlu tarafından yapıldı. Post Prodüksiyon’da ise 1000Volt’un adı yer alıyor. Şafak Film stüdyolarında çoğaltılan film, Özen Film tarafından dağıtıldı.Isparta’nın Barla beldesinde 1927-1934 yılları arasında yaşanmış hikayelerden yola çıkan Allah'ın Sadık Kulu: Barla filmi, yurt çapında 200’den fazla kopyayla 4 Kasım’da vizyona giriyor.
Bu çizgi film uzun bir çalışmanın meyvesi...
Zaman gazetesi yazarlarından Abdullah Aymaz Filmi şöyle değerlendiriyor. 
Muhteşem Devlet-i Âliye'nin yıkılıştan sonra, dünya çapında bir uyanışın merkezi olacak mübarek Anadolu'da yepyeni bir varoluş destanını yazılmasına kader karar vermişti.. Bu destanın nüveleri de Barla'da ekiliyordu. Zâhire bakılırsa bir asra sığmayacak bir şahsiyet, yol geçmez ücrâ bir kasabaya hapsediliyordu... Orada çürüsün gitsin isteniliyordu. İnsanlar yanına yaklaşmasın diye de her türlü kara propagandalar yapılıyor, iftiralar iftiraları takip ediyordu. Ama sâfî kalpli Anadolu insanı, neyin ne olduğunu ve neyin niçin yapıldığını içten içe seziyordu. Kur'an, karyelerin anası, dünyanın göz bebeği Mekke'de, kâinatın merkezi, kalbi ve kıblesi olan Kâbe'de, Kâbe ile ikiz bir kalbe indiği gibi... Onun çağları aydınlatacak tefsiri de Barla'da yazılıyordu. Evet Risale-i Nurlar, Kur'an'dan süzülüp sızarak, İstihracat-ı Kur'aniye, İlhâmat-ı Kur'aniye, Sünuhat-ı Kur'aniye ve İstinbâdât-ı Kur'aniye olarak elmas kalemlerle, kevser mürekkeplerle satırlara dökülüyor, oradan sadırlara, sinelere, gönüllere ve ruhlara aktarılarak müthiş bir uyanışa vesile oluyordu. Onu tanıyanlar Hızır çeşmesine koşar gibi aşk ve şevkle ona yöneliyor, ölmezlik sırrına ermişçesine bu âb-ı hayatı cihana yaymak için, her türlü tehlikeyi göze alarak gayret ediyor, âdeta çırpınıyorlardı... Aslında Kur'an'ın bu nurlu tefsirlerine sadece ülkemizin insanları veya İslâm dünyası değil, bütün dünya muhtaçtı... Evet cihanın barış ve selametinin sağlanması; İlâhî Mesaj Kur'an vahyinin mânâlarının, çağımıza göre yeni inmiş gibi kavranması; İslâmiyet'in de bizim mat ve partal anlayışımızı ortadan kaldıracak bir parlaklık ve güzellikte zuhur edip ortaya çıkması için, çağın sahibi yani Sâhibüzzaman ve Bediüzzaman olan Zât'ın saykalı ile hakikatların cilalanması gerekiyordu... Bu tecdidi yapacak Zât'ı, aslında inançlı bütün dünya materyalist anlayışla hesaplaşmak üzere bekliyordu. Kalb-i umumî ve vicdan-ı umumî, bin senelik sadmelerle yaralanmıştı, tedaviye ihtiyaç vardı. Dağlar büyüklüğünde taşlarla inşa edilecek, İslâmiyet'i de içine alan bir kaleye ihtiyaç vardı. Burada, inkârcı her saldırıya karşı, imanlar korunacak, yaralara merhemler sürülecek, kalbî hayat açısından büyük inkişaflar sağlanacaktı. Adeta, Zülkarneyn Aleyhisselam'ın Seddi gibi, inkâr-ı ulûhiyete karşı bir set inşâ edilecekti... İşte "Allah'ın Sadık Kulu"nun Barla hayatında bu destan anlatılmaya çalışılıyor... Düşünün, 1927 Mart'ında Bediüzzaman Hazretleri Barla'ya bir suçlu gibi jandarma nezaretinde getiriliyor. Ama bir nevi muhâcir... Onun için tevafuk olarak ilk Muhâcir Hafîz Ahmed Efendi'ye misafir ediliyor. Muhâcir Ahmed Efendi bir anda Ensar'a dönüşüyor. Çünkü evinin küçük odasında kalan misafirin gece geç vakit evrad ve ezkâr okuyuşundan ev ihtizaza geliyor. Artık zikir duvarlara sirayet ediyor... Hemen o gece başlarına bir devlet kuşunun konduğunu fark ediyorlar... Zaman zaman siyahtan kırmızıya dönen mürekkepler, dünya dillerinden kelimeler fethederek gelişen olgun ve dolgun Türkçemizle Kur'an'ın çağları tenvir eden mânaları yazılıyor... Bu husus bizler için ne büyük şeref... Daha önceki asırlarda Kur'an'ı ve İslâm'ı dünyaya anlatan İmam-ı Gazalî, İmam-ı Rabbanî ve Mevlânâ Celaleddin gibi müceddit ve büyüklerimizin kitapları ya Arapça veya Farsça olarak yazılmıştı. Halbuki Risale-i Nurlar Türkçe yazılıyor... Türkçemiz dünya dili oluyor böyle bir bereketle... Bu ihtişamlı destanın fidan halinden ulu çınar haline geçiş hikâyesini gözler önüne seren bu filmi haydin hep beraber seyretmeye gidelim de gişe rekorları nasıl kırılırmış dünyaya gösterelim...