Geri sayım başladı… Bol “şifreli ve kopyalı”, üstüne tuz-biber olan “komplolu ve pornolu” kasetleriyle yetinmeyenler, biraz da “balyoz” serpiştiriverdiler…
Yetmeyince meydanlarda Kurtuluş Savaşı kahramanlarımıza(İsmet İNÖNÜ) sövdüler. O da yetmeyince dün Habur’cu olanlar bugün diğerlerini terörle işbirliği yapmakla suçladılar. Bir gün önce bel altına çalıştılar, bir gün sonra dinden –imandan bahsettiler. Rakipleri de onlara uydu karınca kararınca; ancak gücü elinde tutanlar, her zaman daha baskın gelirler, öyle de oldu…
Hiç bu kadar seviyesiz bir seçim dönemi geçirdiğimizi hatırlamıyorum. Yıllar önce 1980 sonrasının siyasî aktörlerini hatırlayınca, onlara boş yere öfkelendiğimizi düşündüm; gelen gideni aratırmış gerçekten de… Turgut ÖZAL’ı düşündüm. Süleyman DEMİREL’i düşündüm. Erdal İNÖNÜ’yü düşündüm. Birbirlerini eleştirirken bile belli bir siyasi anlayışın ve terbiyenin dışına çıkmıyorlardı. Dış politikada “salla başı-konuş” tarzından açıklamalar yoktu, çünkü ortak bir zemin ve ortak paydalar vardı. Özellikle Erdal İNÖNÜ çok nezaketli bir insandı, Türk siyasetinin çağdaş yüzünü temsil ediyordu. Alparslan TÜRKEŞ, dönemin koalisyon hükümetine belli ölçüler içerisinde destek de oluyordu, yani Türkiye yararına olduğunu düşündükleri noktalarda. Necmettin ERBAKAN’ı bile arıyorum doğrusu; çünkü konuşunca kafasından adeta dumanlar çıkıyormuş hissi veren Tayyip ERDOĞAN’a hiç de benzemiyordu…
Evet unutmayacağız AKP’yi… Kendi “derin devletini” yarattığını, basılmamış kitapları toplattığını, ÖSYM’de skandalların arkasındaki yetkilileri görevden almayarak koruduğunu, skandalları kapatmak için iftira çetelerinin her gün ”Balyoz-Islak İmza-Kafes” gibi üfürükten tayyare türünden haberlerle Milleti uyuttuğunu ve bunlara açık çek verip yargısız infazları destekleyen AKP Hükümetini unutmayacağız. Gazetecileri, askerleri, 2 tane genel başkan dahil(Doğu Perinçek, Tuncay Özkan) siyasetçileri içeri atan kapkara zihniyetleri unutmayacağız. Suçluyu hapse atacağı yerde, ihbar edeni(Hanefi AVCI) içeri attıranları, Türk askerlerinin üzerinde oyunlar oynayanları ve intihar etmelerine sebep olanları da unutmayacağız. Cep telefonuna “sehven” yüklenen sahte delillerle içerde yatırılan ve sonra tahliye olan teğmen M.Ali ÇELEBİ’yi, dışarıdan oluşturulduğu kesinleşen sahte CD’lerle suçsuz insanların tutuklandığını, bunlara sebep olan yandaş savcılara dava açılmasına rağmen Hükümetçe korunduklarını, yani HUKUK sisteminin tersine döndürülüp iflas ettiğini de unutmayacağız. Dünkü DGM’lerin yerini bugün ÖZEL yetkili ve daha beter hukuksuz bir yapının aldığını, Referandumdaki “evet” oylarını n kötüye kullanılarak HSYK’nın bağımlı hale getirildiğini geç anlayan “sözde hukukçu bozuntularını” da unutamayız, bu halkı yanlış yönlendirdikleri için…
Cem UZAN’ın Star kanalına, Tuncay ÖZKAN’ın Kanal Türk televizyonuna el konularak birinin yurt dışına kaçırılmasına, diğerinin hapse yollanmasına yol açanları unutamayız. Şayet size veya toplumunuza yapılan her kötülüğü unutmuş gibi bastırırsanız, hasta olursunuz ve toplum da hastalıklı olur. Ne yapacağız yani? Hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarımıza devam mı edeceğiz? Tıpkı 12 Eylül 1980’den sonraki gibi 30 yıl sonra bunların da birer film yapılmasını mı bekleyeceğiz? Birileri size haksızlık etmişse, birileri içinizde bir şeyleri öldürmüşse, toplumda Anayasal hukuk sistemine duyulan güven sarsılmışsa, bireylerin içinde gözetlenme korkusu yaratılmışsa, yazarlar içerde ama komplocu iftira çetesi iş üstündeyse, cezalandırın onları sandıkta…
Şayet onları değil de kendinizi cezalandırırsanız ve bu sistemin böyle gitmesine izin verirseniz, bir süre sonra artık geri dönülemez bir noktaya gelinebilir. O nedenle hiçbir şeyi hak etmeyen insanlara gerektiği gibi davranılıp yiyici ve beceriksiz kadroların devletin içinden temizlenmesi, en doğrusu olacaktır. Ölüleri mezardan çıkarıp oy kullandırmak isteyen Fethullah GÜLEN’e inat, bizler yaşayan insanlar olarak mutlaka sandığa gidip oyumuzu gerektiği gibi kullanırsak, hiç olmazsa haksızlığa uğrayan insanları da bir nebze olsun rahatlaşmış olacağız…
Memleketimizin yolu açık olsun…