Keşke tansiyonu daha düşük bir coğrafyada yaşasaydık ta her gün daha farklı, daha eğlenceli ya da bireyin kendisiyle uğraşacağı konuları yazıp, çizip, konuşup hayatımızı biraz daha huzurlu geçirebilseydik. Türkiye’nin güneyindeki ülkelerden her gün savaş haberleri gelip bombalar patlarken, kuzeydekilerde böyle şeyler tahmin bile edilemiyor. Dağılan SSCB ülkeleri dışında, Avrupalı ülkelerden hangilerinde 1945’ten sonra bir savaş oldu? Daha kuzeye gidersek, Norveç, İzlanda, Danimarka gibi ülkelerle ilgili olarak haberlerde en son ne zaman bir felaket haberi duyduk? Acaba burada yaşayan insanların en son ne zaman burnu kanadı? Ya da burunları gerçekten kanar mı? Bize benzerler mi, üzülüp ağlarlar mı mesela?.. Bana kalırsa yaşadıklarımıza bulunduğumuz yerden bakarak hata yapıyoruz veya çoğu insanın başka şansı yok. Tabloyu daha net görebilmek, bu karmaşada çok zor ve sürekli kötü haberler dinlediğimiz için, bir dolap beygirinin içinde gibiyiz…
Üniversite yıllarımı yurtdışında geçirmek, bana burada yaşayarak asla öğrenemeyeceğim şeyler kattı. Üstelik herkesin batıya gitme özleminin aksine, doğuya olan ilgi ve merakım, ruhumu dinlendirmiş, kendime ancak oralardan bakınca kim olduğumu görebilmiş, farklı insanları ve toplumları görerek neyin doğru olduğunu kıyaslayabilme şansını vermişti. Geçekten de bu dünyada farklı dünyalar vardı ve hepsi de bizimkinden tamamıyla farklıydı. Başta Kırgızistan olmak üzere, Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkelerin, Ruslar çekildikten sonraki halini ve arkadaşlarla yaptığımız otobüs yolculuklarını asla unutamam. Otobüslerin camından dışarı bakarken uçsuz bucaksız alanları izlerken, pek çok insan gibi geçmişin muhakemesini yapar, ülkeleri ve insanları düşünür, kıyaslardım. Oralarda anlatılan hiçbir şey, bizim sandığımız gibi değildi. Ruslarla beraber 70 sene yaşayan insanların hiçbirinin ağzından kötü bir söz çıkmıyordu. Psikolojileri oldukça iyiydi. Yemeyi, içmeyi ve eğlenmeyi çok seviyorlardı. Fazla paraları yoktu ama evleri vardı. Üniversiteler boldu ve gelecek kaygıları yoktu. Kafalarında fesatlık yoktu, sevimli ve iyiydiler…
Bir gün Bişkek’ten Almaata’ya havaalanına giderken, yollar buz tuttuğu ve eksi 20 derece soğuk olduğu için bindiğimiz eski model minibüs kaydı ve şoför direksiyonu zorlukla sağa kırdı, minibüsün durmasıyla yan yatması bir oldu. Şayet sola kaysaydık, tamamıyla uçurumdu… Ve düşündüm ki hayat gerçekten de sandığımızdan çok daha kısa ve anlamsız olabilirdi. O nedenle, önce kendimiz ve sevdiklerimiz için yaşamalıydık, gerisi teferruattı ve de en önemlisi de şuydu: Kendisini kurtaramayan birey, bırakın başkalarına faydası olmasını, kendine bile faydası ve saygısı olamazdı…
Her gün sağda solda kendini kurtaramamış, problemini çözememiş bir takım insanların, başkalarına nasihat verdiğini veya kendilerini mükemmel gösterme çabasını da işte bu yüzden bir zavallılık olarak görüyorum ve gerçekten acıyorum. Kalabalığa karıştıklarında hissediyorum sanki; zoraki gülümsemelerin ardında yaşadıkları ızdırabı, kendisi gibi olamamayı, istediğini yapamamayı... Bu insanlar şaşırtıyorlar beni, on sene önce de aynı, beş sene önce de.. Ve hatta eğer yaşarsa yirmi sene de sonra da aynı olacak. Başkası ne der, anlayışıyla başlayıp biten bir hayatı olacak büyük bir ihtimalle ve en son hangi kitabı okuduğunu da hatırlayamayacak, dünyası güdük kaldığı için…
İşte bu yüzden… Mutlaka dışarıdan bakmak lazım hayata. Kastettiğim şey ise sadece yurtdışı değil elbette. Mesela şehir dışı, mesela mahalle dışı, mesela başka insanların içinde olmak. Bir köyde olmak, bir insanla çay içmek, anılarını dinlemek, onun birikiminden faydalanmak, gerçekten sana baktığını ve seni gördüğünü hissetmek… Oysa ki biz bu ülkede artık böyle iletişim kurmuyoruz. Hiç kimse benim çocukluğumdaki komşu teyzelerim veya arkadaşlarım gibi samimi değil. Çünkü arkanı döndüğünde zaten ya kuyunu kazıyor, ya başarısız olman için çabalıyor veya kullanmanın yollarını arıyorlar. Bana kalırsa bu toplumda yitirdiğimiz en önemli şey, samimiyettir. İşte bu olmadığı için artık kavramların da insan hayatının da önemi kalmadı. Dolayısıyla dün toprağa verdiğimiz şehitlerimizi unutmaya “bir hafta” kaldıysa, Van depreminde hayatını kaybeden vatandaşlarımızı da “iki hafta” içinde unutabiliriz. Belki de balık hafızalı olmamak için bol bol balık yemeli ya da Pendik Belediye Başkanı S.Kenan ŞAHİN’in yaptığı gibi Van’ın köylerine gitmeliyiz…