Atasözümüz vardır: “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” diye, hesabı-niyeti şaşanlara…
Askerlerimizi sopalarla, palalarla, kemerlerle linç etmeniz için söylenmedi elbette bu söz; 20 yaşındaki asker çocuklarımızı kemerle döven elleri kırılası yobazlar! Bu atasözü sizin gibi kula kulluk edenler için, bir zaman cemaat imamına diğer zaman ötekine taparcasına koşarken, yaptığınız haksızlıkların karşılığı olarak söylendi.

Muhakeme yeteneğini kaybedip sokaklara akan cehalet, 15 Temmuz’daki DARBE girişiminin ardından sokaklarda neredeyse terör estiriyor. İstanbul sokakları geceleri kabusa döndü. Örneğin PENDİK’te geçtiğimiz Cuma gününden beri güya darbeyi protesto ettiğini düşünen kalabalıklar, gece saat 21.00’den sonra sokaklara dökülüyorlar. Araba konvoylarından gökyüzüne silah sesleri yükseliyor. Geceden sabah 03.00’lere kadar araba kornalarına basıyorlar. Bağıra çağıra, arabalarındaki müziğin sesini sonuna kadar açarak, pompalı tüfek sesleriyle yollardan geçiyorlar. Ellerine birisi geçse, adeta kamyonetlerin arkasında hazırladıkları sözde darağaçlarına birilerini asmaya hazırlar. Peki DARBE bertaraf edildiğine göre kimi asacaklar? Demek ki onlar, sokağa çıkmasınlar diye zor tutulan % 50’lik insan grubuna giriyorlar.

ERGENEKON davasından hapis yatan Nedim ŞENER! Geçenlerde bir televizyon kanalına çıkarak sokağa çıkmadıkları için CHP’lileri eleştirdi. Oysa ki CHP milletvekili Bülent TEZCAN darbenin yapıldığı gün TBMM’de bombaların altında olduklarını söyledi. ERGENEKON tutuklularının avukatı Celal ÜLGEN, Nedim ŞENER’i tetikçilik yapmakla suçladı. Aferin sana Nedim Şener! Modaya uydun! AKP’li fanatiklerle sokağa çıkmadığı ve “GÜRÜLTÜ KONVOYU”na katılmadığı için pek çok insan suçlanmaya başladı ve kısa zamanda bu da moda oldu. Bir bu eksikti bunca terör acısından sonra…
Soruyorum:
1)Ergenekon ve Balyoz davalarında bizler yazı ve haberlerimizde Fethullahçı çeteyi terden yere vururken, sokaklardaki kuru kalabalıklar nerdeydi?
2)15 Temmuz 2016’daki Fethullahçı Darbe’yi yapanlar, Türkiye tarihinde ilk kez TBMM’yi bombaladı. Darbeyi yöneten ve TSK’ya sızmış olan FETÖ, asker-sivil 300’e yakın insanın ölümüne yol açtı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere herkes, silahsız halkı vuran darbecileri kınadı ve cezalandırılmasını istedi. Peki GEZİ olaylarında gencecik silahsız çocuklar, biber gazı kapsülleriyle başlarından vurulurken, kendi halkına bunu yapanların vicdanlarına ne oldu?
3)İRONİ tavan yaptı elbette. Altı yıldır TAKSİM meydanı “güvenlik” gerekçesiyle mitinglere kapalıydı. Başarısız FETÖ Darbesinin olduğu gece Tayyip ERDOĞAN, eskiden yasakladığı ve kullanmadığını söylediği “sosyal medya” ağlarından biri olan SKYPE ile yerden yere vurduğu özel kanallardan biri olan CNN Türk’e bağlanarak halkı meydanlara ve havaalanlarına çağırdı. Özellikle adını anmaktan imtina ettiği ATATÜRK Havaalanına ve TAKSİM’e… Peki o zamana kadar Kazlıçeşme’de miting yapan Tayyip Erdoğan, yasaklı meydan olan Taksim’e günlerdir insanları neden çağırıyor? Güvenlik tehlikesi yok mu?
4) 15 Temmuz gecesi insanları “itidalli” hareket etmeye çağırmak yerine hiçbir uyarı yapmadan sokaklara dökmek korkunç olaylara sebep oldu. Boğaziçi Köprüsü’ne emir-komuta çerçevesinde gitmiş olan 20 yaşlarındaki gencecik askerlerle vatandaşlar karşı karşıya geldi ve insanlar öldü. Bu sorumsuzluğun hesabını kim verecek?
5)Ben şahsen hayatım boyunca katıldığım etkinliklerde hiç kimseye “Neden gelmedin?” diye sormadım, sorulmasına da çok kızarım. Eğitimli insanlar açısından bu bir tercih meselesidir; sadece koyunlar sorgulamadan sokağa dökülürler. Kaldı ki olay gecesi daha neyin ne olduğunu anlayamadan insanlar kime karşı sokağa çıkacaklardı? TSK’nın beyin kadrosu esir alınmış, sonradan öğrendiğimize göre esas mücadeleyi Ankara’da TSK içerisinde bir grup Atatürkçü asker FETÖ’cülere karşı veriyordu. İstanbul’da ise 1. Ordu Komutanı yönetimi ele almıştı. Böyle durumlarda itidal çağrısı yapılması ve sonucun beklenmesi can kaybını azaltabilir ve iç karışıklığı önlemede etkili olurdu.

Şu an itibariyle 50.000 civarında kamu personeli açığa alındı, beşte biri tutuklandı. PARANOYA olarak gördükleri gerçekler, BOMBA olarak hepimizin tepesine yağdı. Yıllarca söyledik, anlatamadık. Fethullah GÜLEN denilen zırdelinin ABD gizli servislerinin elemanı olduğunu, Türkiye’de ve Dünya’da okul, ticaret ve bankalar aracılığıyla büyük bir maddi güç elde ettiğini, 40 yıldır cemaat okullarında kalan binlerce küçük çocuğun beynini zehirlediğini söyledik. O küçük çocuklar büyüdü, doktor-mühendis-öğretmen-asker oldu. Ve kendi ülkesinin tepesine bomba yağdırdı. Üstelik beraber yürüdüğü eski dostlarını acımasızca öldürmeye kalktı. Yani bu bir SENARYO değil, Hollywood filmi hiç değil. Böylesini Hollywood’da çekemezler zaten; ancak ŞEYTAN’ın aklına gelecek türden bir başyapıttır bu, Fethullah GÜLEN’e ait olan…
CIA ajanı dedik, FBI ajanı dedik, Müslüman ülkelerde yaşamayan “din taciri” dedik, Türkiye Devleti’nin iliklerine kadar sızdığını söyledik, tehlikeli olduğunu söyledik. Fakat ne fayda, dinletemedik. Bizim dinletemediğimizi kim dinletti? Tayyip Erdoğan dinletti. Ne zaman dinletti? FETÖ, MİT Müsteşarı Hakan FİDAN’ı görevden almak isteyince… 17-25 Aralık dosyalarıyla Fethullah Çetesinin hakim ve savcıları, Erdoğan’ın oğlu Bilal’i tutuklamaya kalkınca… Ve en son Türkiye’nin kalbine bombalar atılınca ve Tayyip Erdoğan’ın kaldığı otel bombalanınca…

AKP iktidarıyla 2002’den bu yana ATATÜRKÇÜ kamu çalışanları devlet kurumlarından uzaklaştırılmaya başlandı. Özellikle TSK’da titiz bir çalışma yapıldı. Ergenekon ve Balyoz sürecince bunu yakından gördük ve daha en başından bu KUMPAS davalarına karşı çıktık. Bazı insanlar imkansızlık veya çeşitli nedenlerle SİLİVRİ’deki mahkemelere gidemeseler de kalben destek oldular. Pek çok cesur yürekli aydın FETÖ’nün dümenini kırmayı başardı. Muhalif yazarlar riskleri göze alarak dik durdular. İnsanlar, uzaktaki “çadır mahkemeye” gidebilmek için ceplerindeki pek az paralarıyla bile ortak otobüsler tutarak Silivri’ye aktılar. Hıdır HOKKA tam beş yıl, mahkemenin karşısındaki bir tarlada arazi kiralayarak gelen misafirleri ağırladı, soğuk kış günlerinde onları çaysız bırakmadı…

Ve şimdi! Sokaklara çıkmayanlardan hesap soruyorlar diye duyuyorum. Arabasıyla korna çalmayanlara veya kafelerde oturan gençlere sataşıyorlar, kavga edecek ye arıyorlar yani. Sizi iki yüzlüler! 2007’den beri FETÖ operasyonlarıyla Atatürkçü askerler iftiralara uğrarken, intihar ederken, kanser olurken nerdeydiniz? Silivri’deki nöbet çadırlarındaki soba başında insanlar ısınmaya çalışırken nerdeydiniz?
Daha dün Güneydoğu’da asker-polis omuz omuza çarpışırken Türk Askeri kahramandı da şimdi mi hain oldu? Sokaklara sizin gibi burnunun ucunu görmeyen fanatik din tacirleriyle mi çıkmak zorundayız? Her türlü provokasyona gelen, kamyonetlerin arkasına doluşup havaya mermi sıkan, bu kadar ölen insanımız varken güle oynaya sokaklarda naralar atan sizlerle mi yürüyeceğiz? Siz o yollarda beraber yürüyenler olarak devam edin bakalım…

İDAM isteriz, diye bağırıyorlar yollarda… 50 bin kişinin ölümüne sebep olan, ABD’nin terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan için neden idam istemiyorsunuz? AKP Hükümeti, Tayyip Erdoğan öncülüğünde “çözüm masası” denilen çukura oturmadı mı? Hep aynı yol, hep aynı yöntem ve hatalar zinciri… Önce Çözüm Süreci ve beraber yürüme; sonra devir masayı savaş! Önce Fethullah Gülen’le beraber yürüyüp devlet kurumlarını ele geçir, işin bitince de devir masayı savaş!
Bana kalırsa “idam isterük” diye Yeniçeriler gibi bağırmaya gerek yok. Teröre özel geçici bir yasa çıkarıp ülkede huzur ortamı sağlanana kadar idam cezası uygulanabilir. Ancak bunun da geniş bir mutabakatla olması doğrudur.

Elbette Türkiye’de barış ve huzur ortamı sağlanabilir. Ancak şu an devleti yönetenler, ülkeyi getirdikleri durum itibariyle bu liyakate sahip değillerdir. Son yaşadığımız Amerikancı -Fethullahçı darbe girişimi ile Türk Halkı’nın ciddi bir yara aldığını ve endişeye kapıldığını düşünüyorum. Tarzı 1980’lere uzanan, beceriksiz din tacirlerinin yapmaya çalıştığı bir kalkışma yaşadık. Bu darbeyi gerçekte % 70’i cemaat tarafından ele geçirilen TSK’nın, geri kalan % 30’u engelledi. Sokaklardaki kuru gürültünün aksine, darbeyi önleyenler işte bu geri kalan aklı başındaki ATATÜRKÇÜ ve iyi yetişmiş Türk Askerleridir. Şayet TSK’nın tepe kadrosu bütünüyle bu işin içinde olsaydı, darbenin ertesinde çok farklı bir Türkiye’ye uyanabilirdik. Belki bir anda sükunet sağlanırdı, belki de iç çatışmalar aylarca sürebilirdi. Bunu bilemiyoruz. Bildiğimiz şey şu anda tüm Türkiye’nin ezici bir mutabakatla DARBE’ye karşı durmasıdır. Dün ise MGK tarafından OHAL ilan edilerek teröre karşı önlemler sıkılaştırıldı.

Umuyoruz ki Türkiye bu zor günleri atlatacaktır. Şayet ATATÜRK’ün kurduğu ülke bu kadar güçlü olmasaydı, 15 Temmuz’dan itibaren Irak, Suriye, Mısır ya da Libya’ya dönebilirdik. Buna rağmen TBMM’de yapılan oturumda TBMM Başkanı İsmail KAHRAMAN, Atatürk’ün adını ağzına almadı. Sadece O’nun Meclis duvarında asılan sözlerini okudu: “Hakimiyet, Kayıtsız Şartsız Milletindir.(K.Atatürk)”
Buradan meydanlara yürüyüp de Atatürk’ün adını ağızlarına bile almayan, Türk Bayrağı taşıyıp ta ATATÜRK resmi taşımayan, millî şairimiz Mehmet Akif ERSOY’un yazdığı İstiklal Marşı’mızı okuyup ta Atatürk’ten tek kelime bahsetmeyenlere sesleniyorum:
Atatürk, Bayrak, İstiklal Marşı ve Mehmet Akif Ersoy hepimizindir!
Asker ve Polis hepimizindir!
Türkiye hepimizindir!
Bunu anladığınız zaman ancak beraber yürünür, ötesi sizin dünyanızdır…