Sayı giderek artıyor. Günün birinde bağıracak kimse kalmazsa şayet, aynaya bakıp kendisine bağırması ihtimali kuvvetlidir. Merkezden genişleyen ve güçlendikçe dış dünyaya vuran bir öfke, hiddet, hezeyan halidir. Güce tapanlar tarafından desteklendikçe büyüyen ve bir türlü durduramadığı nefret duygusunun sese yansımasıdır o: Ey!
Laik yaşam biçimini kafasında oturtamadığı içindir ki önce kendi ülkesindeki çağdaş insanları yıllarca hedef alarak “Ey!” çığlıkları atmış, muhalefet partilerinin genel başkanlarını mitinglerde yuhalatmış, barışçı gösterileri yasaklamış, işçilere meydanları dar etmiş, çiftçilere “anasını da alıp gitmesini” söylemiş, çevreci eylemlerde halkı biber gazına boğmuş, silahsız gençlerin biber gazı kapsülüyle ölümüne ya da gözlerini kaybetmelerine sebep olmuştu.
Ey Kaddafi! Ey Sisi! Ey Maliki! Ey Abadi! Ey Esad(Esed)!.. Bir de bakıldı ki ülke coğrafyasının güneyindeki komşular, komşu olmaktan çıkıp düşman haline geldi. Ardından Ey Putin! Bu defa da Antalya turizmi çöktü, Rusya ambargosuyla çiftçinin satamadığı narenciyeler elde kaldı. Stratejik ortak ABD’yle arayı bozunca neredeyse suikastla götüreceklerdi. Darbe girişimi başarısız olunca halka birlik-beraberlik mesajları vermeye başlamıştı ki yerinde duramadı. Referanduma karar verdi; üstelik sadece kendi ülkesinde değil, Avrupa’da da 7/24 konuşmak istiyordu. İşte orada: “Dur! Burası bizim ülkemiz” dediler. Bu defa konuşmanın günümüze uyarlanmış versiyonu: “Ey Rutte! Ey Wilders! Ey Merkel!” oldu.
Sayılıp sövülen ülkelerin tarihi değişim, gelişim ve demokrasiye geçiş süreçlerine bakılırsa; Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de çok büyük zorluklardan sonra özgürlük, eşitlik ve demokrasi kavramlarının oturmuş olduğu görülür. Eksiklikleri ve yanlışları olsa dahi, gelişmemiş ülkelerle kıyaslanamayacak ölçüde yol kat etmiş görünüyorlar. Elbette emperyalist devletlerin sömürü anlayışının devam ettiği bilinmekte ve eleştirilmektedir. Ancak kendi ülkelerindeki iç mekanizmada demokrasinin yeri kuvvetlidir ve ülkelerinin dış politikasını eleştiren ve yön veren pek çok aydın insan vardır.
Ortaçağ’dan beri önce cehaleti yenmeyi hedefleyen Avrupa, bilimsel-sanatsal-ekonomik olarak oldukça ileri bir noktaya gelmiştir. Bu yüzden de Müslüman ülkelerden kaçan insanlar Avrupa’ya sığınmaktadırlar. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, “Ey Hollanda! Ey Almanya! Sizin cibilliyetinizi biliriz!” dediği ve Nazi zihniyetine sahip olmakla suçladığı Hollanda’da 400 bin, Almanya’da 3 milyon Türk var.
Avrupa’nın da karanlık dönemleri vardır. Cadı avının 1480-1750 arasında yaşandığı Avrupa’da yaklaşık 60 bin kişinin “cadı” olduğu gerekçesiyle öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Çoğunluğu kadın, bir bölümü erkek ve hatta çocuklardan oluşan kurbanlar, ne olduğunu anlamadan çeşitli gerekçelerle ateşlere atıldılar. O karanlık Ortaçağ Avrupa’sından, Aydınlanma Dönemine(15-16.yy) geçiş, yine aynı dönemlere denk gelen Rönesans ve Reform hareketleriyle başladı. Önce sanatla başlayan Rönesans hareketleri, dini alanda yapılan Reform süreciyle devam etti. Ve ortaya sanatla yoğrulmuş, pozitif bilimleri esas alan “laik bir eğitim sistemi” çıktı. Bunun neticesinde de yeni icatlar, buluşlar yapan ve sanata, edebiyata önem veren bir Avrupa Kültürü oluştu. Bu kültürel evrim, Avrupalılar tarafından gerçekleştirilen Coğrafi Keşiflere zemin hazırladı.
Rus uçağı düşürüldükten sona meydanlarda “Ey Putin!” diye kalabalıklara yuhalatılan Vladimir PUTİN’in ülkesinin tarihine bakacak olursak… Rus Çarı 1.Petro(1682-1725)’nun döneminden itibaren sanat, “laik prensiplere” dayandırılmaya başlandı. 17.yüzyılda Avrupa gezisine çıkan Petro, denizcilik alanındaki yenilikleri ülkesine taşıdı. İlk olarak 1701’de Moskova’da Matematik ve Deniz Bilimleri Okulu açıldı. Laik okulların sayısı arttı. İlk Rus gazetesi 1702’de yayınlandı. 1714’te İlimler Akademisi Kütüphanesinin temeli atıldı. Kölelik kaldırılamamış olsa da eğitim ve sanatla başlatılan Aydınlanma Çağı, II.Katerina (1762-1796)döneminde yaşandı. Rusya’nın Batılılaşmasını sağlayan ve dönemin Avrupalı filozoflarıyla yazışan II.Katerina, sanata ve eğitime büyük önem vermiş,hukuk, tıp ve felsefe bölümlerine sahip Moskova Üniversitesi’ni açmıştı.
ABD’ye “Ey!” çekilmesine gelirsek; iktidarın başlangıçta dayandığı yer orasıdır. Tarihini de “cibilliyetlerini” de biliyoruz… Coğrafya Keşifleri neticesinde Amerika kıtasının topraklarına yerleşen Avrupalılar, yerlileri öldürmek ve koloniler kurmak suretiyle bu toprakları işgal ettiler. Zamanla milyonlarca insan Yeni Dünya’ya göç etti. Kölelik ve insan hakları ihlalleriyle devam eden sürecin içinden çıkılarak, İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesi veren koloniler 1776’da ABD’yi kurdular. Yaşanan iç savaşın ardından köleliği 1863’te resmen kaldıran Abraham Lincoln suikast sonucu öldürüldü. Ancak tüm bunların neticesinde, günümüzde çok eleştirilen ABD’nin bile kendi içerisinde bir demokrasi ve hukuk anlayışı var. Hiç kimse TEK ADAM olamıyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesiyle devletin ve sivil toplumun bütün kurumları birbirini denetleyebiliyor.
Dünya’daki bilimsel gelişmelerin geç yansıdığı Osmanlı Devleti’nde ise ilk matbaa, İbrahim Müteferrika tarafından 1727’de kuruldu. Oysa Avrupa’da modern matbaacılığın kurucusu Johannes Gutenberg, Çin ve Kore’deki baskı yöntemlerini kullanarak 1447 yılında yayıncılığa başlamıştı. Kısacası Osmanlılar matbaayı, Avrupalılardan 280 yıl sonra kullanmaya başladılar. Bilimde, sanatta, eğitimde ve teknolojide her şey yüzyıllarca geriden takip ediliyordu. Coğrafi keşiflerin ve yeni dünyaların tamamen dışında kalınmıştı.
Türkiye Cumhuriyeti ancak ATATÜRK’le beraber yüzyıllarca ileriye atlayarak, döneminin en çağdaş devletlerinden biri olmuştur. 1923’te Cumhuriyet’in ilanının ardından önce saltanat, sonra halifelik kaldırılmıştır. ATATÜRK, bizzat kendi ısrarıyla Türk Kadınına pek çok Avrupa ülkesinden çok daha önce seçme-seçilme hakkının verilmesini sağlamıştır. 1930 yılında Belediye Seçimlerine katılma hakkını kazanan Türk kadınları, 1934’te Milletvekili seçme-seçilme hakkını elde ettiler. Yani “insan”, yani “birey” oldular. ATATÜRK’ün manevi kızı ve Türkiye’nin ilk kadın-savaş pilotu Sabiha GÖKÇEN, 1936’dan itibaren göklerde uçmaya başlamıştır. Kadını toplumun her alanında ön plana çıkaran Mustafa Kemal ATATÜRK’e göre insanlar, kadın ve erkekten oluşmaktaydı ve cinslerden birinin geri kalmasıyla bir toplum ilerleyemezdi.
Şimdi önümüze bir REFERANDUM sandığı koyup, yetkilerini sınırsız yapmak isteyen bir kişiyi TEK ADAM olarak ilan etmemizi istiyorlar. Üstelik o tek adamın hayata bakışında laik düşünceye yer yok ve kendine Atatürkçü düşünce sisteminin tamamıyla sonunu getirmek üzere 2023’ü hedef seçtiğini söylüyor.
Belki son kez oy kullanacağız, belki son kez insan yerine konacağız. O yüzden 16 Nisan’da insanlık onurumuzu ve kazanımlarımızı korumak için sandığa gitmek, hepimiz için zorunluluktur.
Ey iktidar! Türk Kadınları olarak kendi ayağımıza kurşun sıkacak değiliz. Köleliğe dönüş reçetesini kabullenecek değiliz. Din tacirlerinin kafese kapatacakları kuş olacak değiliz. Altın saraylarda yaşayan tutuklu olacak değiliz. Cehaletin altında kalmaya ve tarihin karanlık geçmişine dönmeye, asla kendi ellerimizle onay vermeyeceğiz. Çağdaş-Laik-Atatürkçü Eğitim ve Yaşam anlayışını korumak için tüm gücümüzle HAYIR diyeceğiz!