Sohbet 1
12 Eylül 2010 referandumu sonrası, Sevgi İstanbul’a kızını ve oğlunu görmeye gitmişti. Dönüşünde çaylarımızı içerken sohbet ediyoruz.
“Ne var, ne çok İstanbul’da, çocuklar nasıl?” diye sordum…
Derin bir soluk aldı. “Kızla hiç geçinemez oldum. Kavga ettik adeta…” dedi.
“Hayırdır?” dedim, “Niye?”
“Bizim kız AKP’li olmuş…” dedi… Sesinde can kırıkları bir hüzün…
Önce Sevgi’yi kısaca tanıtayım size…
Sevgi CHP üyesi ve delege bildiğim kadarıyla. Ülke ve dünya sorunları üzerine yaptığım sohbet girişimlerine pek de sıcak bakmaz. Klasik Atatürkçü, anlayacağınız.  Özel dünyası, sabahları spor ve musiki üzerine kuruludur. Laf aramızda kentimizin seçkin Türk musikisi yorumcularından biridir. Ama ülkemizin düşürüldüğü duruma arada sırada değindiğimde ise “O kadar duyarsız biri değilim… Türkiye’nin hali beni de çok üzüyor. Ama elden ne gelir?” diyen nice yurttaşımızdan biridir.
“Elden ne gelir?” Galiba bu zihniyet, çaresizliği ifade eden bu düşünce yılgınlığın ve savaşmadan esarete razı olmanın göstergesidir.
Mustafa Kemal Paşa hakkında önerdiğim kitapları da özenle okuyan ve gözyaşlarını tutamadığını söyleyen bir akla ve duyarlılığa da sahiptir.
O kitapları okurken gözyaşlarını tutamamak... Biraz da kişilerin yurt sorunları konusundaki geri çekilmenin, içten içe yarattığı pişmanlık gözyaşlarının nedeni olabilir mi?
Duyarlılık ve özen... Sorgulanması gereken bir durumdur. Çünkü duyarlı bir kişinin ülke sorunlarını görmezden gelip, bir kenara çekilmesi söz konusu olamaz... 
Gelelim AKP’li olduğu söylenen hanım kıza.
Bu kızımız CHP’li bir ailede yetişmiştir. Demokrasi, hoşgörü… Özgür bir yaşam… Üniversite’de ekonomi ve istatistik öğrenimi görmüştür. Ülkemizin tanınmış bir şirketinde çalışmaktadır. Tatillerini Bodrum vb yerlerde yapan, tekneyle mavi yolculuklara çıkan, kışları ise kayak için yurtdışını yeğleyen bir seçkincidir bu hanım kız.
Sosyal görünümünü bunca ayrıntılı paylaşmamın nedeni “Benim kız AKP’li olmuş!” ifadesinin siz değerli okurlarımda yanlış bir yaklaşıma sebep olmaması içindir. Bir diğer deyişle genelde ilk akla gelen AKP’li görünümündeki giysi seçimi vb ile yakın uzak ilgisi yoktur.
Bize göre satır aralarında seçkinci bir yaşam biçimi onun için belirleyicidir. Kendi özel tercihleri dışında toplumun genel kazanımlarına ve/veya kayıplarına yaklaşımı mevcut iktidarın ona gösterdikleriyle sınırlıdır. Medya kuşatmasının da etkisiyle, toplumun bir bireyi olarak gösteren gösterilen terazisinde kendisine verileni irdelemeden kabullenen bir duruşu vardır. 
Çalıştığı şirket AKP yanlısı bir patrona aittir. O gündelik yaşamında yaz ve kış tatillerini “özgürce” yapmaktadır. Uçak herkesin binebildiği bir taşıma aracı olmuştur. Yapılan otobanlar ise kara taşımacılığını, ama özellikle binek otosu ile çok konforlu hale getirmiştir.  
Onun akli ve fikri terazisinde parça bütün ilişkisi ile ilgili algı teknikleri adeta bir silinmiş bir programdır.
Bu kızımızın temsil ettiği sosyal tip Atatürkçülüğü, çağdaşlığı, modernliği hep şekilde gören biçimle uğraşırken özden uzaklaşan adeta saksıda yetiştirilmeye çalışılan çınar ağacı gibidir. Kökü Mustafa Kemal’in tam bağımsızlık, antiemperyalizm toprağında olmadığı için de rahatlıkla esen rüzgârlardan etkilenmektedir. Yeter ki o, biçimde modern yaşamını sürdürebilsin.
Bunun nedeni belki de Kemalist ideolojinin özünün, tam bağımsızlık anlayışının küçük bir çocukken ailesi, eğitim çağında ise okuldaki eğitim sistemi tarafından  belleğine yerleştirilmiş olmamasıdır. 
Bu sonuç, Atatürk'ü seven fakat asla anlamayan, özümsemeyen bir neslin eseridir. 
Sohbet 2
Mesut ve Mehmet günlük okuma, yazma çalışmalarımı sürdürdüğüm çay bahçesine geldiler. Temmuz ve yaz sıcağı… Soğuk biralar söylendi.
Her ikisi de en az 35 yıllık arkadaşım, dostum. 12 Eylül 2010 referandumunun karabasanını üzerlerinde tam anlamıyla atamadan yaşanan 12 Haziran 2011 genel seçimleri birçok insanımız gibi onlarda da tsunami etkisi yapmıştı. AKP’nin sandıktan çıkan % 50 oyunu, boşa koysalar almıyordu, doluya koysalar taşmıyordu.
Mehmet burnundan soluyarak konuştu. “Bu millet adam olmaz… Sattılar bizi… Fasulyeye, nohuda, iki torba kömüre…”
Mesut da ondan pek farklı değildi. Sonuçlar üzerinde ısrarla konuşup öfkelenirken sebepler üzerinde durmaya gerek duymuyorlardı adeta…
Millete gitmekten, kapıları çalmaktan söz etmeye çalıştım. Öfkeleri öyle hırçındı ki sanki hiç duymuyorlardı söylediklerimi. Baktıkları pencereden baş çelişme olarak gördüklerinin milletle kendileri arasında olduğunu fark edemeyecek denli kızgındılar. İşin acı tarafı bu öfke ve kızgınlıktan ne yazık ki milletin haberi yoktu. Milletin haberi olsaydı acaba ilgisini çeker miydi, yoksa dönüp gider miydi?
Onlara göre millet “gerici ve yobazdı”… Fasulyeye, nohuda, kömüre satmıştı onları! 
Sohbet ilerledikçe bir başka sosyal görünümü masaya bıraktı Mesut. Samatya’daki Halkevi’nden 35 yıllık bir arkadaşı aramış. Bana ısrarla tarif etti, müzisyenlik yapıyor dediyse de bir türlü hatırlayamadım.
Eşiyle birlikte tatile gelmişler. Adını şimdi hatırlamıyorum o eski arkadaşın. Sizce bir önemi var mı? Tek, tek insanlarla değil, toplumda prototip olan görünümleri analiz etmeye çalışıyoruz. Tıpkı Sevgi’nin kızı gibi…
Bahçeli evlerinde masa kurulmuş, Mesut’un eşi yemekler, salatalar hazırlamış ve sohbetin aslan sütü ortaya gelmiş… İki aile yemeklerini yer, sohbet ederken, konu son genel seçimlere gelmiş ve dananın kuyruğu kopuvermiş.
Samatya Halkevi'nde gençliği geçen, en azından bir zamanlar “solcu, devrimci” olduğunu söyleyen, modern bir yaşam sürdüren ve şimdi orta yaşlarındaki bu yurttaşımız son seçimde oyunu AKP’ye verdiğini söylemesin mi? Hem de ısrarla savunarak.
Masa buz gibi olmuş. Kısa gibi görünse de derin bir suskunluk. Sevim, Mesut’u mutfağa çağırmış. “AKP’ye oy veren, geçip de karşıma onu savunan bu adama hizmet mi edeceğim?” diyerek kızgınlık oklarını Mesut’a göndermiş. Gece hayli serin geçmiş anlayacağınız.
Sabah kahvaltıda da serinlik sürdüğü için olsa gerek misafir, “Biz bugün gitsek…” der demez, Sevim atılarak “Bence de çok iyi olur…” deyivermiş.
Toplumda yaşanan bu eksen kaymasını toplum ve siyaset bilimciler, sosyal psikologlar umarım yeterince analiz edeceklerdir. Bu duruşları sadece insanları döneklikle suçlayarak sıyrılıp çıkmak, çıkmak ne kelime sıvışmak mümkün değildir.
Yeri gelmişken değinelim, AKP ile siyaseten mücadele ettiğini söyleyen partilerimizin de bu olguyu analiz etmeleri gerekmektedir. Laf aramızda AKP’nin yaptıklarının fotokopisini çekerek millete yutturmaya çalışmanın neye mal olduğunu son genel seçimler sayısal ve sözel olarak göstermiştir. Anlayana sivrisinek saz… AKP’nin söyleyemediklerini miting meydanlarında dillendirerek mayın tarlasında akrobasi yaptıklarını fark edemeyenlere ne demeli?
AKP kimin arabasına binerse ona kendi şarkı ve/veya türküsünü söyletecek propaganda yöntemlerini kullanmaktadır. Buna bukalemun tarzı propaganda dememiz mümkündür.
AKP’ye oy veren kitle homojen bir yapıya sahip değildir. Kimse “AKP bir kitle partisidir” diyerek işin kolayına kaçmasın. AKP’de birleşen her sosyal kesim kendisine gösterilen parça nedeniyle onu tercih etmektedir. Tıpkı körün fil tarifi gibi…
Akrobatlar vardır sirklerde… İnsanın yapamayacağı, yapmaya kalkarsa bir yerini sakatlayacağı hareketleri yaparlar. Seyirci bazen, “Lastik kız…” der, bazen de “Sanki hiç kemiği yok!” der…
Günümüzün cambazı olan AKP ise Akdeniz sahillerinde, örneğin Antalya’da, ama kent merkezinde, şortlu ve patenli kızlara bildiri dağıttırmakta, şehrin kenar mahallelerinde ise kapıları selamünaleyküm ile çalıp, haneleri dualamakta, hediye paketlerini bırakmakta ve ihtimal Kuranı Kerim’e el bastırarak AKP için oy yemini almaktadır.
Kürt kökenli yurttaşların yaşadığı bölgelerde Kürtçülük üzerinden propaganda yaparken, Karadeniz bölgesi gibi Alevi yurttaşların yaşamadığı bir bölgede “Yargıyı Alevilerden kurtaracağını” söyleyerek çalışmaktadır.
Büyük kentlerde birahaneleri, genelevleri dolaşırken oralardan gelecek oylardan çok bu haberlerden etkilenecek tırnak içinde demokrat kitle hedef alınmaktadır.
Orta Anadolu’da ise AKP aşırı dindar ve muhafazakârdır. Ancak propagandasının ortak paydası, dip lumpen de sıfatlandıracağımız sadaka bağımlısı bir taban yaratmıştır.
Uzun sözün kısası kimini Allah ile kandırmakta, kimini yaygınlaşan uçak seferleriyle ve otobanlarla avutmakta, kimilerini ise ayni ve nakdi sadakalarla kendisine bağımlı kılmaktadır.
Bütün bunlar için ise her renkten işbirlikçi medya emrindedir. Muhalif gibi görünmeye çalışanlarda ise otokontrol almış başını gitmiştir.
Uzun sözün kısası…
“Hayaldi Gerçek Oldu” diye bir sloganı vardı AKP’nin. Ne Sevgi, kızının AKP’li olacağını hayal ederdi, ne de Mesut 35 yıllık solcu eskisi arkadaşının AKP oy verip bu partiyi savunacağını…
Hayal bile edilemeyenlerin gerçek olduğu bir dönemden geçiyoruz. Bütün bunlara “Renkli Drajeler” adlı yazımızda ifade etmeye çalıştıklarımızı da eklerseniz logonun eksik parçası tamamlanmaya başlayacaktır.
Hayal bile değildi, ama şimdi gerçek…
Şimdi ise bizim gerçekleşmesini dilediğimiz, ama bu uğurda çok çalışılması gereken bir hayalimiz var. 
Kemalist Devrim'in yeniden inşa edilip, Türkler tarafından Türk milleti için yönetilen tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti...