En çok geceyi severdi. Yalnız kaldığını düşünenler bile vardı. Hiçbirine aldırmazdı. Her gece eline alır şarap şişesini çıkar otururdu gecenin kucağına. Ona gece gibi kimse yargılamadan sarılamazdı. Her gün bir şekilde bulurdu şarap parasını. İçtiğinden değil; gece gibi güzel bir kadının karşısına ikramsız çıkmak istemezdi. Hele o dolunaylarda; izlemeye doyamazdı sevdiğini. Ay yüzlü prensesiydi gece.
Bir kez konuştu benle. Yaşlanmıştı. Elinde şarap şişesi sahile karşı oturmuştu. Sevgilisini bekliyordu. O zaman anlattı hepsini bana. Elinin titremesi gözlerindeki ışığın dansıyla zıttı ama heyecanını anlayabiliyordunuz. Bende heyecanlanmıştım.
Kaç yaşında olduğumu unuttum dedi. Güldü. Ama onun yaşını hatırlıyorum on altı, benim onu gördüğüm ilk yaşında kaldı hep. Yaşlanmayı unuttu sanki dedi. Kim diye soramadım bile, biliyordum gece hep on altı yaşındaydı...
"Gençtim. En azından hatırladığım kadarıyla ellerim titremiyordu. Çok da içmezdim öyle. Bayramda, düğünde hesabı. Gençlik ne büyülü şeydir öyle. Birde aşık olduysan demli çay mübarek ne uyku verir insana ne de yorgunluk. Bizim zaman başkaydı. Kızlar daha güzeldi. Ama o daha da güzeldi. Bir akşam annesiyle düğünde gördüm. Hafif çakır keyiftim. Nasıl nazlı, nasıl narindi. En yakın arkadaşımın kolunu tutup buldum dedim. Anlamadı. Hafif şaşkıncaydı zaten çocuk. Boşverdim. Onu izledim. Bir iki saat sanırım bilmiyorum. Mahzundu. Gençliğine rağmen başı hep aşağıdaydı. Gülünce hafif tebessüm ederdi. İki kere dişlerini göstererek güldü; inci gibi. Neyse çok geçmedi istettim, evlendik. Gündüzleri hep sessizce işleri görür, çok gülmez, kolay hastalanmazdı. Geceleri hep gülerdi ama bana. Sarhoş geldiğimde azarlardı ama gülerek. Hiç kırmadı beni. Sofrada hep karşıma oturur, bir şey istememe fırsat vermezdi. Ne istediğimi bilirdi. Yıllar çok çabuk geçti. Hep on altısındaydı. Diri, inatçı ve çalışkandı. Ama bana hiç inat etmedi. Bende hep dikkat ettim gururunu kırmadım hiç, yüzünü astırmadım. Bir kız bir erkek evlat verdi bana. İyi yetiştirdi ikisini de, okuttu. Tabi kendisine benzemedi ikisi de. Keşke benzeseydi.
Yaşlandık. Yatağa düştü yıllar sonra ilk kez. Kalkar diyordum. Bir gece elimi tuttu. Hiçbirşey demedi baktı öyle. Bakmaya devam etti. Bekledim. Sonra yavaşça yumdu gözlerini. Sabahı birlikte karşıladık. O hala uyur gibiydi. Gelen gidenler oldu. Minareden bir sela yükseldi.
Bitti...
Biliyor musun? Hiç seni seviyorum demedi bana. Ama ben bilirdim. Elimi tutuşundan, beni yoldan karşıladığında, sol yanağımı öptüğünde, başını göğsüme koyduğunda... Ben hastalandığımda nefesimi dinlerdi gizlice.
Şimdi her gece sanki ayın suretiyle bana görünür. Şarap şişemi getirir her gece dökerim buraya. Söz verdim içmeyeceğim diye. Geceye ikram işte bizimki. Özledim çocuk. Anlayamazsın..."
Elindeki şişeyi benim şerefime biraz erken döktü denize. Çok imrendim orada otururken amcayı. Bende sevdim. Yedi yıl gurursuzluğumla üç yıl gururumla aynı adamı sevdim. Bende bir geceye aşık oldum. Ama amca gibi elini tutarak bekleyemedim. Tebessümünü de göremedim. Özledim, belki amca kadar değil ama görmeye korkacak kadar çok özledim...
Yaşam, gençlik ve aşk sanki bermuda şeytan üçgeni gibi. Sürekli dönen ve bizi yutan kara delikler... Ama kim ölüm döşeğindeki karısını on altı yaşında görmeyi becerebildi. Kim her gece ona sarılabilmek için içmeden sarhoş olup gecenin kucağına kıvrılıp yattı?
Ben biriyle tanıştım. Ya siz?