İnsanların ezici çoğunluğunun, krizlerle ya da kaoslarla yaşamaktan sebep bunları kanıksaması, olmayınca da yenisini yaratması alışkanlık haline geldi.
Yalova seçimlerinin ardından ilk defa, iktidara karşı topyekûn bir muhalif cephe oluşturarak seçimlerin kazanılacağı görüldü. Halkın üzerinde giderek otoriterleşen Tayyip iktidarına karşı bir moral oluştu. Ardından, Cumhurbaşkanlığı seçimi için ilk defa, CHP ve MHP liderleri ortak bir iradeyle hareket ederek “çatı adayı” formülünü ortaya attılar. KILIÇDAROĞLU ve BAHÇELİ inisiyatif alarak, TAYYİP’in önlenemeyen otoriter-despot rejimine karşı ortak bir çözüm aramaya giriştiler. Başlı başına bu bile son derece gerçekçi, mantıklı bir siyasi yaklaşım. Çünkü birazcık matematik bilen ve oy oranlarını hesap edebilen herkes, başka bir çözümün olamayacağını ve şayet TAYYİP durdurulamaz ise önümüzdeki süreçte bir rejim değişikliğinin ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin büyük bir tehdidin altına gireceğini görebilir.
Herkesi şok eden bir isim açıklandı: Ekmeleddin İHSANOĞLU.  On gündür herkes bu kişinin kim olduğunu didik didik araştırıp, bir şeyler bulmaya çalışıyor. Ancak bir anda ortaya atılan bu ismin gerisinde, bula bula babasıyla ilgili bir dizi tarihsel argüman buldular.
Sormak gerekir: Bir çocuk, babasının günahlarının bedelini nasıl öder?
Şayet öder ise, o takdirde “katil çocukları-hırsız çocukları-mafya çocukları-kumarbaz çocukları” şeklindeki listeyi uzatalım ve düşünelim: Bütün çocukları daha büyümeden mahkum mu edelim?
İnsanlara hiç “düzelme şansı-iyi yetişme şansı-eğitim alma şansı” vermeyelim mi?
İnsanların “eserlerini-söylemlerini-yaptıklarını” değil de ana-babalarının yaptıklarını mı konuşalım?
Soner YALÇIN’ın Cumhurbaşkanı adayı Abdüllatif ŞENER imiş. Ekmeleddin İHSANOĞLU’na karşı çıkıyor. Abdüllatif ŞENER, ben dahil çok kişinin saygı duyduğu bir kişilik olabilir. Ancak politik hırslarının olmadığını kim iddia edebilir? AKP kökenli olduğunu, bakanlık yaptığını, Necmettin ERBAKAN’ın parti tabanından geldiğini ve muhafazakar olduğunu kim inkar edebilir? Neden Soner YALÇIN’ın adayı Metin Feyzioğlu, Vural SAVAŞ, Sami SELÇUK, Emine Ülker TARHAN gibi çağdaş hukukçular değil de Abdüllatif ŞENER idi? Son zamanlarda Halk TV’ye abone olan Şener, Ekmeleddin İHSANOĞLU’nun Mehmet Akif ERSOY’a ait Kur’an mealini yaktırdığını iddia etti, tabii kanıt yok, duyum var. İnsanlar bu ülkede, kışkırtmalarla Sivas’ta Madımak Otelinde diri diri yakıldılar. Abdüllatif ŞENER’in son derece düşüncesizce hareket ettiğini düşünüyorum. (Not: Abdüllatif bey, Cumhurbaşkanı adayının AKP’den de oy alabilecek biri olması gerektiğini söylemişti.) 
Yılmaz ÖZDİL kızını evlendiren Ekmeleddin İHSANOĞLU’nun davetlilerinin arasında siyasilerden sadece AKP’lilerin olduğunu yazmış. Bir bürokrat açısından, hele ki AKP döneminde İslam Konferansı Örgütü’nün genel sekreterliğine önerilmiş ve seçilmiş olan birisi için gayet normal. Ancak bu görevi işini ciddiye alarak yaptığı için de Tayyip ve ekibi tarafından nasıl acımasızca eleştirildiğini de unutmamak lazımdır. Bir de Exeter Üniversitesi’nde yüksek doktora yapmış: Oradan çıkanların bir bölümü İngiliz ajanı oluyormuş. Ancak orada okuması da bir kişinin ajan olduğunu ispatlamaz, işi gereği uluslar arası camiada tanınması ve kurduğu bürokratik ilişkiler de…
Sonuçta elde avuçta kesin bir done yok. Ekmeleddin İHSANOĞLU gerçekten de son derece dikkatli ve tevazu içinde yaşamış görünüyor. Ayrıca ben de Vural SAVAŞ gibi, İHSANOĞLU’nun eşinin başının açık olmasını önemsiyorum. Yıllardır “eşi türbanlılar ordusu” yaratan AKP iktidarına karşı, bu siyasal simgenin ve dayatmanın artık kırılması gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda iki yüzlü davranmayacağım. Ben türbana karşıyım. AKP’nin bütün bürokratlarının eşi türbanlı, hatta TBMM’ye başı açık gelen kadın milletvekillerini bile hidayete erdirip türbana soktular. Bu ülkede her gün kadın cinayetleri yaşanırken, türbanlı-AKP’li kadınların ağzından bir söz duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü onlar çağdaşlığı, kadın haklarını ve hatta insan haklarını temsil etmiyorlar ve savunmuyorlar. Siyasal İslam’ın geleceğe yönelik döşeyeceği taşların ilk etabını oluşturuyorlar ve rol model oluyorlar… 
Uğur DÜNDAR, Emin ÇÖLAŞAN, Hüsamettin CİNDORUK, Vural SAVAŞ gibi düşünüyorum ben: Tanımak gerektiğini, çatı adayına oy vermemenin Tayyip’i desteklemek ve ekmeğine yağ sürmek olacağını vs. 
Evet ben de Ekmeleddin İHSANOĞLU’nun ismini ilk duyduğumda şaşırdım. Sonra herkes gibi araştırdım, televizyondan bazı kısa konuşmalarını dinledim. Yaptığı çalışmalar, aldığı ödüller ve düzgün aile hayatının dışında, aleyhine kullanılacak hiçbir somut argüman yok ortada…
Bir insan hayata muhafazakar bir babayla ve yabancı bir ülkede başlayabilir. Ve o insanın babası da İstiklal Marşı’mızın yazarı Mehmet Akif ERSOY’un arkadaşı olabilir. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki çağdaş nitelikteki yenilikleri benimsemeyip MISIR’a gitmiş olabilirler. Ancak onların çocukları Türkiye’ye geri dönmeyi tercih etmişse ve burada 71 yaşına kadar hiçbir suça bulaşmadan, ATATÜRK’e tek bir kötü söz söylemeden yaşamışsa ve de en önemlisi “LAİK” olduğunu söylüyorsa, bu benim için yeterlidir. 
Ben Mehmet AKİF ile Vahdettin’i asla bir tutamam. Çünkü Cumhuriyet döneminde yapılan yenilikleri benimsememiş olsa bile Mehmet Akif ERSOY’un gerçek bir vatansever olduğunu biliyorum. Bunu, Çanakkale Şehitlerine ve İstiklal Marşı şiirlerinden biliyorum. Vatansever olmayan bir insan bu şiirleri asla yazamazdı. Tarihi tarihte bırakmayı asla bilmeyen bir toplumuz biz; oysa ki her törende İstiklal Marşı okuyoruz, yani Akif’i anıyoruz. Ekmeleddin beyi Mehmet Akif nedeniyle suçlarsanız, o takdirde yeni bir İstiklal Marşı yazdırmanız gerekebilir. 
Doğan Kuban’ın “Toplumsal Şizofreni” diye bir yazısını okumuştum yıllar önce. O gün bu gündür bu tamlama aklıma takıldı. Şizofreni, gerçekle bağlantıyı koparma, hayal dünyasında yaşama ve mantıklı düşünememe şeklinde tanımlamıyor. Son günlerde yaşadıklarımızın da tam bir toplumsal şizofreni olduğunu düşünmeye başladım. 
Musul’da konsolosluk çalışanları dahil, 100 kişiye yakın insanımız kaçırılmış, biz ise sabahtan akşama kadar faraziyeler üzerinden Ekmeleddin İHSANOĞLU’nu tartışıyoruz. İŞİD terörü ülkemizin güney sınırlarını ve dolayısıyla hepimizi tehdit ediyor. Ülkenin sürüklendiği felaketi görüp, partiler üstü bir aday çıkararak, gayet mantıklı bir iş yapan CHP ve MHP liderleri topa tutulup Amerikan ajanı ilan ediliyor. DYP, DSP, BBP ise CHP ve MHP’ye destek mesajları vererek, ortak bir Cumhurbaşkanı adayı fikrine destek oluyorlar. Ancak gelin görün ki özellikle CHP tabanı, bir grup milletvekili ve benim de saygı duyduğum pek çok yazar-düşünür ve toplumsal kanaat önderi bu muhalif cepheye karşı çıkarak, Tayyip ERDOĞAN’ın işine yarayacak şekilde kamuoyunu bölüyorlar. Bunu yaparlarken, ATATÜRKÇÜ ve LAİK kimliklerini ön plana koyuyorlar ve samimiyetlerinden hiç kimsenin kuşkusu yok aslında. Ancak Kurtuluş Savaşı önderi ATATÜRK’ün halk cephesini birleştirmek için nasıl bir mücadele verdiğini ve din adamları dahil herkesle nasıl çalıştığını asla unutmasınlar…
Ekmeleddin beyi yakından tanıyan İlber Ortaylı, Hüsamettin Cindoruk gibi kişiler çok olumlu sözler söylediler. Ancak kamuoyunun da onu tanımaya ihtiyacı var…  
Geç de olsa ben de kafamdaki Cumhurbaşkanı adayını söylemek isterim:  Eski Yargıtay başkanı Sami SELÇUK… 
Zaten hiçbirimizin aklından Ekmeleddin İhsanoğlu geçmiyordu. Bu herkes için sürpriz oldu. Ancak geldiğimiz şu noktada, bildiğimiz ve emin olduğumuz tek şey, Tayyip Erdoğan ve onun noteri Abdullah Gül’den kurtulmamız gerektiğidir…