Devlet birimlerinde üst düzey makamlarda oturmak, herkese nasip olamayacak kadar değeri ve ağırlığı olan durumlardır. Sıradan her vatandaş, burada oturan kişilerin güvenilir, aklı başında, becerikli, saygılı ve çalışkan olmasını arzu eder.
Bakınız Adalet Bakanlığı psikolog ve sosyologlardan oluşan bir grubu, cezaevlerinde bulunan veya denetimli serbestlik uygulaması gören hükümlülere “öfke kontrolü” dersi vermesi için görevlendirmiş. Bunu ilk okuduğumda (sanıyorum birçok kişide olacaktır) aklıma milletvekilleri geldi. Bugüne kadar doktorundan öğretmenine kadar birçok kıstaslarla insanların hayatını cehenneme çeviren mükemmeliyetçi sınavlara(ÖSYM-YGS,KPSS,ALES,TOEFL..)halkını mahkum etmiş bir devlet, nedense aynı hassasiyetleri milletvekilleri düzeyinde gösterememiştir. O nedenle bu vekil denilen kavgacı kişilerin mahalle kavgalarını her gün televizyonlardan izliyoruz. Daha da önemlisi, idareyi elinde bulunduranlardır ki onların yükümlülükleri çok daha ağırdır.
On yıl öncesine kadar şiir okuduğu için ceza alan ve başbakan seçilemeyen birisi vardı. Daha sonra büyük bir hata yapılarak “kişiye özel kanun değişikliğiyle” önü açıldı. Yasa dışı olarak Siirt seçimleri iptal edildi ve zorla da olsa Başbakanlık makamına oturtuldu. Birçoğu gibi o da ABD’ye gidip izin almış, bu nedenle de bir türlü oranın ekseninden çıkamamıştı. Bazı yazarlar tarafından, üniversite mezunu olmadığı iddia edildi. Yalçın KÜÇÜK’e göre üniversite yıllarına ait bir tek resmi bile yoktu. Acaba mesleği neydi? Hal böyleyse, Cumhurbaşkanlığı makamının şartı olan “üniversite diploması” ne olacaktı? Başkanlık sistemi ve köklü bir rejim değişikliğiyle bazı şeyler hasır altı edilebilir miydi?
Davos’ta İsrail cumhurbaşkanına “one minute” deyince Arap dünyasında popüler oldu. Birkaç ay içinde, İsrail Türkiye’nin onayıyla OECD’ye girdi. Habur sınır kapısını kapatmadı, AKP’li işadamları Kuzey Irak’ta petrol aramaya ve yatırım yapmaya devam ettiler. Bu arada on yıl boyunca terör belası Kürtçü söylemlerle azdırıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa tutuklu milletvekilleri dönemi yaşandı. TSK mensuplarının komuta kademesi, gazeteciler, öğretim üyeleri ve siyasetçiler “hükümsüz birer tutuklu” olarak 5 yılı aşkındır Silivri ve Hasdal’da yatıyorlar. Ama kendisi geçenlerde ne buyurmuşlar: Bu kadar uzun tutukluluk sürelerine karşıymış, komuta kademesinde asker kalmamış. Haklıdır, Deniz Kuvvetlerinde amiral kalmamış, pilotlar toplu olarak istifayı basmışlar. Ancak kendisi bir gecede Hakan Fidan’ı kurtarmış olsa da Özel Görevli Mahkemeleri dava bitene kadar kaldırmamayı bilmişti. Bir yandan da eğitim sistemini dört dörtlük kökünden sallamış, Atatürk’e ve laik rejime her gün televizyonlardan sövülmesine seyirci kalmıştı.
Önce Suriye’yle vizeleri kaldırıp kardeş olmuş, bir yıl sonra ESAD’a düşman olup, onu hoku-pokusla ESED’e çevirmişti. Ondan önce de “öyle saçma şey olur mu, ne işi var NATO’nun orda” deyip veryansın etmiş, birkaç hafta sonra LİBYA’ya saldıranlarla beraber hareket etmişti. Yine bir gün, “ne patriyotu, öyle bir şey olsa, önce benim haberim olur” dese de yurtdışından döndüğünde patriyot kararını önünde hazır bulmuştu.
Ve şimdi, “bu kadar kusur, kadı kızında da olur” demeyin. Belki kadı kızında olur ama ülkeyi yöneten bir insanda olmaması gerekir. Ancak insan, adalet terazisindeki dengeyi şaşırınca nerede ne yaptığı belli olmaz. Bu kadar kısa aralıklarla yön değiştirmek hayra alamet değil…