Öncelikle belirtmeliyim ki; bu yazının amacı, linç duygusu ile hareket ederek, tetikçilik yapmak, durumdan vazife çıkarmak ve bundan dolayı nemalanmak değildir. Bilakis, topumun bu noktaya gelmesinin asli sorumlusu olan Parelel Yapıyla ilgili spekülatif olmayan, doğruları içeren bilgi ve yorumlamalarla, kamuoyunun gerçekleri öğrenmesine katkı sağlamaktır. Burada bir şeyin altını çizmek istiyorum ki, o da değerlendirmelerde öfke tuzağına düşmeden, soğukkanlı ve akademik ahlaka uygun bir değerlendirme çabası içinde olacağımdır. Çünkü, Ülkücü Camia ve bu camianın kanaat önderleri olan insanlar, söz konusu yapının tetikçiliğine pek çok kereler maruz kalmış ve mağdur olmuşlardır. Her şeye rağmen sağduyuyu korumak bizim için; insani, ahlaki ve hatta islam’i bir sorumluluktur. Bu çerçevede kul olarak bize havale edilen misyon; “ iyiliği emretmek ve kötülükten kaçınmak ya da kaçındırmak” olarak ifade edilebilir.
Meşhur Alman Sosyoloğu Ferdinand Tönnies’e göre, basit anlamıyla cemaat; kendine özgü iradesi olan, aralarındaki dayanışmanın doğal kuvvetlerle (akrabalık ilişkisi gibi) sağlandığı bireylerin oluşturduğu topluluktur. O na göre, cemaat tarım toplumu aşamasının bir ürünü olup; ortak irade, bir zümrenin çıkarının esas alınması, inanç birlikteliği, baskın din duygusu, töre ve adetlerin geçerliliği, yüksek düzeyde gerçekleşen doğal dayanışma duygusu, ortak mülkiyet anlayışının etkinliği gibi ortak özelliklere sahiptir . Söz konusu bu ortak özelliklerin örüntülediği cemaat olgusu; genelde kendine özgü hedefleri, politika ve yöntemleri olan bir yapıyı temsil eder. Söz konusu bu yapı, belirtilen yöntem ya da politikaları kullanarak, bir dünya görüşü ve yaşama pratiği oluşturur. Daha sonra bunları kullanarak, bir birliktelik duygusu üretir ve sembol, ritüel ve dini argümanlarla bu duyguları besleyerek, kayıtsız ve şartsız biat ve itaat eylemini grup davranışına dönüştürür.
Cemaat olgusu, modern dünyanın geçirdiği dönüşümün sonucunda, Tönnies’in belirttiği özelliklerin bir çoğunu korumakla birlikte, bazılarını elemine ederek bu günkü noktasına doğru evrilmiştir. Elemine edilen özellikler; tarım toplumunun ürettiği bir yapı olduğu varsayımı, doğal dayanışma duygusuna dayandığı kabulü ve ortak mülkiyet anlayışının geçerli olduğu düşüncesi olarak ifade edilebilir. Aslında yukarıdaki paragrafta ifade etmeye çalıştığım cemaat tanımı, bu evrilmeyi de içine alarak yapılmış bir tanımdır. Bütün bu evrilmelerin sonucunda toplumda bir cemaat algısı oluşmuştur ki, o algı; cemaat’ın daha çok, dini bir birlikteliği ifade ettiği algısıdır. Eksik ve yetersiz bir tespit olmakla birlikte, reel anlamda fiili gerçeklik budur. Biz de yorum ya da tahlillerimizde bu algı ve kabulden yola çıkacağız.
Genelde tanımına ve ortak özelliklerine değindiğimiz cemaat yapısını iki temel kategoride ele almak mümkündür. Bu kategorik sınıflama; hegemonik cemaat yapısı ve sade, yalın ( hegemonik arzu ya da hedefler taşımayan) cemaat yapısı olmak üzere iki şekilde ifade edilebilir. Aslında başlangıçta bütün cemaat yapıları; sade, yalın, kendine özgü ve kendince belirlediği ya da sınırladığı hedefler bağlamında hizmet üretmek gibi, masum ve insani hassasiyetlerle yola çıkarlar. Örneğin; kuran ve din bilgisi öğretmek, alkol ve uyuşturucu kullanımını engellemeye çalışmak ve Allaha kul ve memlekete hayırlı insanlar yetiştirmek gibi. Daha sonra içinde bulunduğu toplumsal şartların etkisi ve evrimsel değişim ya da dönüşümün de katkısı ile yapı, hedefler ya da hizmet konsepti çerçevesinde kendisini, defalarca ve yeniden yapılandırır. Böylece başlangıçta sade ve düz mantıkla yola çıkan yapı, kazandığı öz güvenin de etkisi ile hegemonik bir karakter kazanmaya başlar.
Ülkemizde, hali hazırda yukarıda anlatılmaya çalışılan bu evrimsel sürecin dışında kalan, bu anlamda kendisini sınırlayan ama gerektiğinde bir siyasal ekibi ya da projeyi destekleyerek, ülke iradesini elinde bulunduran güçle nema ilişkisini sürdüren cemaat yapıları vardır. Bu tür yapıları isimlendirmek doğru değildir. Çünkü kamuoyu bunları zaten biliyor. Burada böyle bir ilişkinin, cemaatlerin mantığı ve sürdürülebilirliği açısından kabul edilebilir bir durum olduğunun altını çizmek gerekiyor. Ta ki bu masum ilişkinin evrilerek hegemonik bir yapıya bürünmemesi kaydıyla. Öte yandan masum, yalın ve samimi çizgisini koruyan cemaatlerin toplumsal anlamda; toplumun dengesinin korunması, huzur ve barışın sürdürülmesi ve insanların hırslarının yönetilmesine yardımcı olunması gibi konularda önemli fonksiyonlar icra ettiklerini de söylememiz gerekiyor. Takdir edilir ki, bu tür fonksiyonları icra eden bir cemaat yapısının, toplum nezdindeki itibar algısı ve ekonomik destek düzeyi de yüksek olacaktır.
Hegemonik cemaat yapısına geçmeden önce, hegemonya kavramının incelenmesinde yarar vardır. Bu bağlamda hegemonya; bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasal ve ekonomik egemenliği anlamında kullanılan bir kavramdır. Gramsci’ye ( Gramsci, İtalyan asıllı bir Sosyal Bilimci ve hegemonya kavramının babası) göre; hegemonya kavramı, hâkim sınıfa ait egemen ideolojinin bütün sınıflara yayılması anlamında kullanılmaktadır. Ve bu anlamda hegemonya, ekonomiden ziyade ideolojinin ve kültürün ön plana çıktığı bir yapı olarak kabul edilebilir. Kavramın bu tanımlama ve açıklamasından yola çıkılarak, hegemonik cemaat yapısı; ülkenin yönetimi, ülke şartlarının dönüştürülmesi ve kendi iddiası, kültürü ve ideolojisi adına düzenlenmesini esas alarak, toplum, rakip cemaatlar ve hatta devlet mekanizması üzerinde egemenlik sağlama gayreti ya da teşebbüsü içinde olan organizasyonlar şeklinde tanımlanabilir.
Ülkemizde yaşanan darbe girişiminin bizi götürdüğü adres, maalesef yukarıda yapılan yorumlamalar da hesaba katıldığında, Parelel Yapıdır. Bu yapı başından itibaren hedefini üç aşamalı bir şekilde yürüttü. Birinci aşamadaki hedef; eleman devşirme, gelişme ve toplumsal kabul görme çabalarını içeriyordu. Bu sınırı aştığına inanan yapı; kaliteli elemanlar yetiştirme ve bunları belli alanlara (üniversite ve eğitim, tıp, hukuk,kamu yönetimi, teftiş kurulları, emniyet ve ordu gibi.) nüfuz ettirerek, bu alanlarda rakiplerine avantaj sağlama aşamasına geldi. Hedefin üçüncü ve son aşamasında da algı dizayn araçlarını ele geçirme, ekonomiye hakim olma ve böylece devlet yönetebilecek bir potansiyele sahip olma eylemleri ön plana çıktı. Söz konusu bu gelişmeler, Yapının liderini 1970’li yıllarda İzmirdeki bir cami imamlığından, küresel ve hegemonik bir cemaatın liderliğine taşıdı.
Unutmuyorum. 1986’lı yıllarda Gazi Üniversitesinde Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı yaparken, hocalarımızdan Prof. Dr. Hasan Köni kendine has üslubu ile; cemaatın o yıllarda ABD’nin Kuzey Karolina Bölgesinde “ Ilımlı İslam Projesi “ çerçevesinde küresel bir İslam anlayışı olarak üretilip test edildiğini ve vakti geldiğinde de İslam Dünyasına ihraç edileceğini belirtmişti. Ancak ben dahil öğrencilerin büyük çoğunluğu, bunun ütopik bir paranoya olduğu tezinden hareketle gülüp geçmiştik. Şimdilerde yaşanan süreç, bunun doğruluğunu net bir şekilde ortaya koymuş durumda.
Söz konusu yapının bir başka özelliği de, islamın sevgi, hoş görü ve tolerans boyutunu ön plana çıkartarak, sempati alanını genişletme politikasını uygulamasıydı. Parelel Yapı gelişme evresini temsil eden yıllarda (1980-2014)bu bağlamda üç kesimi stratejik erişim alanı olarak tespit etti. Birinci kesim Türk Milliyetçileri, ikinci kesim Sosyal Demokratlar dı. Söz konusu stratejik erişim alanına bir üçüncü kesim olarak da diğer cemaat elemanları ve farklı toplumsal katmanların üyelerini eklemek mümkündür. Bu üç kesim üzerinde ısrarla sürdürülen çabalar, belli oranda sonuç vermeye başladı. Böylece bu tuzağa düşenler hem bu yapının farklı alanlara nüfuz etmesine ve hem de daha geniş kitleler nezdinde meşrulaşmasına katkı sağladı. Bu hegemonik ve küresel boyutlu tuzağa düşenler sadece yukarıda belirtilen kesimler olmadı. Bilakis siyasetin mantığına uygun olarak iktidarın verdiği destek te, bunların hegemonik anlamda evrilmelerine, öz güven kazanarak önce hukuksal, sonra da askeri darbe teşebbüsünü denemelerine katkı sağladı.
Şimdi gelinen bu nokta da herkesin sorumlu, soğukkanlı, demokratik teamüller ve ülkenin birliğini sağlayıcı bir duruş sergilemesi gerekmektedir. Verilen ya da verilecek olan destek; Yüce Türk Milletinin bağımsızlığına, bölünmez bütünlüğüne ve Büyük Türki’ye idealine verilen destek olarak düşünülmelidir. Gerçekten içinde yaşadığımız konjonktürde yönetenlerin işi de hayli zor görünüyor. Rabbim onların da, memleketin de işini kolaylaştırsın ve Türk Milletinin yar ve yardımcısı olsun. Takiye yapan ve darbe sürecini destekliyor görünen ve niyetlerini gizleyerek inisiyatif sağlamaya çalışan kriptolara ve ajan provokatörlere de dikkat edilmelidir diyorum. Tek gerçek, milletimizin birliği, huzuru ve bütünlüğüdür. Bu bağlamda başka gerçek ya da gerçekler tanımıyorum. Saygılarımla.