Eğitim Sen Şube Başkanı Mustafa Gül, geçtiğimiz 17 yıl boyunca yedi bakanın değiştiğini, hemen her yıl değişiklik yapılan eğitim sistemine yönelik olarak yeni bir kanun teklifi TBMM Başkanlığı’na sunulduğunu kaydederek, “Eğitim sistemi ve okullar, elbette sadece mevcut sistemi iktidarın hedefleri doğrultusunda yeniden üreten, mevcut sistemle ve piyasa mekanizması ile uyumlu nesiller yetiştirmesini hedefleyen kurumlar olarak görülemez”

Gül, MEB Torba Yasa Düzenlemesi hakkında bir açıklama yayınladı.

Düzenlemenin ilkokula başlama yaşının 69 aya çıkarılmasının, çıraklık eğitiminin sorunlu eğitim kapsamına alınması, mesleki eğitim kurumlarının özel sektör tarafından açılması, kamu kaynaklarının özele aktarılması gibi düzenlemeler yer aldığını kaydeden Gül, “Kanun teklifinin en dikkat çekici maddelerinden birisi çocukların ‘çıraklık eğitimi’ adı altında piyasada ucuz işgücü olarak çalıştırılması, dolayısıyla çocuk işçiliğinin devlet eliyle teşvik edilmesidir. Kanun teklifinde, meslek liseleriyle ilgili olarak çıraklık-kalfalık-ustalık eğitimlerinin, mesleki eğitim programı adı altında zorunlu hale getirilmesi ve Organize Sanayi Bölgesi (OSB) yönetimlerine mesleki eğitim merkezi açma hakkı tanınması öngörülmektedir” diye kaydetti.

OKULA BAŞLAMA YAŞININ 69 AYA ÇIKARILMASI YETERSİZDİR

Gül, açıklamasının devamında şunları dile getirdi:

“Çocuğun okul eğitimine katılabilmesi için gerekli sosyal, duygusal, bilişsel, dil ve motor becerilerinin gelişimi 6 yaştan (72 ay) önce tamamlamadığı bilimsel bir gerçek. Bu somut gerçeğe rağmen Milli Eğitim Bakanlığı 4+4+4 düzenlemesiyle büyük bir yanlışa imza atarak ilkokula başlama yaşını 66 aya indirmiştir.

Eğitim Sen başta olmak üzere, üniversitelerin ve eğitim örgütlerinin bütün itirazlarına rağmen aradan geçen sürede yaşanan olumsuzluklar nedeniyle MEB geri adım atması ve okula başlama yaşını 69 aya çıkarması yeterli değildir. 60-71 ay arası yaş grubundaki çocuklar somut gelişim düzeyleri itibariyle zihinsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik olarak ilkokula hazır olmaları mümkün değildir. Dolayısıyla kanun teklifinde yer alan “Gelişimi yavaş olan çocukların okula geç başlayabilmesi, hızlı olanların ise erken başlayabilmesi” ifadesi sorunu daha da karmaşık hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Yapılması gereken, yaş sınırının yeniden 72 aya çıkarılarak bu konudaki tartışmaları bitirmektir.

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ MEB’İN GÜVENCESİNDE

Kanun teklifinin en dikkat çekici özelliklerinden birisi çıraklığın zorunlu hale getirilerek yaygınlaştırılması ve teşvik edilmesidir. Çıraklık eğitiminin zorunlu eğitim kapsamına alınmasının pedagojik olarak son derece yanlış bir uygulamadır. Bir istihdam biçimi olan çıraklığın zorunlu eğitim kapsamına alınmasının çocukların özellikle kriz koşullarında ‘ucuz işgücü’ olarak kullanılmasına yol açması söz konusudur.

Çocuk işçiliğini engellemek, okul çağındaki çocukların çalıştırtılmasının önüne geçmesi gereken MEB’in çocuk işçiliğinin önünü açan bir uygulamaya imza atması büyük bir skandaldır. MEB’in 2023 Vizyon Belgesiyle ortaya koyduğu, mesleki ve teknik eğitimi çocukların piyasaya ara eleman olarak hazırlanması için kullanma yaklaşımının somut bir örneğidir.

ÇOCUK EMEĞİ SÖMÜRÜSÜ YASALAŞIYOR

Kanun teklifindeki bir diğer değişiklikle, OSB’lere mesleki eğitim merkezleri açma hakkı tanınmaktadır. 5580 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda yapılacak değişiklikle mesleki eğitim merkezleri özel eğitim kurumu statüsüne alınmaktadır.

OSB yönetimleri tarafından açılacak olan mesleki eğitim merkezleri özel eğitim kurumu sayılacağından, devlet desteği almalarının da önü açılmaktadır. OSB yönetimlerine mesleki eğitim merkezi açma hakkının tanınması ile çocuk emeği sömürüsü, ‘mesleki eğitim’ adı altında yasal hale getirilmektedir.

ÇIRAKLIK EĞİTİMİNİ BİTİRENLER LİSE MEZUNU SAYILACAK

Çıraklık-kalfalık-ustalık eğitimlerinin zorunlu eğitim kapsamına alınmasına ilişkin uyum düzenlemeleri, çıraklık eğitim merkezlerinde geçen sürenin 12 yıllık zorunlu eğitim içerisinde sayılması, zorunlu eğitim süresini fiilen 8 yıla indiren bir düzenlemedir. Bu, okulu bırakarak çırak olarak çalışmaya başlayan çocukların örgün eğitim dışına çıkmış olmalarına rağmen 12 yıllık zorunlu eğitim içindeymiş gibi gösterilmesi anlamına gelmektedir. Önceden çıraklık eğitimi alan öğrenciler açık öğretimden ders tamamlayarak lise diploması alabiliyorken yapılması planlanan düzenlemeyle mesleki eğitim merkezlerini bitiren öğrenciler doğrudan meslek lisesi mezunu sayılacaktır.

KAMUSAL KAYNAKLAR YİNE ÖZELE AKTARILACAKTIR

Devlet, çıraklığın normalleştirilmesini ve yaygınlaştırılmasını OSB’ler eliyle gerçekleştirmek istemektedir. OSB yönetimlerine mesleki eğitim merkezleri açma hakkı tanınması, MEB’in kamusal bir hizmet olarak eğitim verme görevini bu yolla OSB yönetimlerine bırakması anlamına gelmektedir. Bu durum eğitim sisteminin serbest piyasanın ihtiyaçlarına göre düzenlenmesinin somut bir örneğidir. Özel okul statüsünde sayılacak olan mesleki eğitim merkezlerine yapılacak parasal destek, kamusal kaynakların özel okullara harcanması sürecinin artarak devam edeceğini göstermektedir.

İş güvencesi kaygısıyla görev yapmak zorunda kalan bir eğitim emekçisinin öğrencilerine ve eğitim sistemine ne kadar faydasının olacağı ortadadır. Ayrıca öğretmen atamalarında en fazla şikâyet konusu olan, haksız ve ayrımcı uygulamaları beraberinde getiren ‘mülakat’ ve ‘güvenlik soruşturması’ uygulamalarına son verilmesi gerekmektedir. Sözleşmeli öğretmenlerin sözleşmeli çalışma süresinin bir yıl indirmesi, MEB’in güvencesiz istihdam politikalarını sürdürdüğünü göstermektedir.

SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMENLERLE İLGİLİ DÜZENLEME

Torba kanun düzenlemesi ile sözleşmeli olarak ataması yapılan öğretmenlerin daha önce zorunlu 6 yıllık görev süresi (4+2) 4 yıla (3+1) indirilmesi planlanmaktadır. Düzenlemeyle 3 yıl sözleşmeli öğretmen olarak çalışan bir öğretmen kadroya alınırken, isteğe bağlı 1 yıl da kadrolu çalışarak yer değiştirme hakkına sahip olacaktır. MEB öğretmenlerin sorunlarını gerçekten çözmek istiyorsa yapılması gereken eğitimde her türlü güvencesiz istihdam biçimine son verilmesi olmalıdır.

Sonuç olarak; Türkiye’de kapitalizmin gelişimine paralel olarak ortaya çıkan sınıfsal farklılaşmanın iktidarın benimsemiş olduğu eğitim politikaları, eğitim alanında yapılan yasal düzenlemelerin yoksul emekçi çocuklarının ağırlıklı olarak içinden geldikleri sınıfa uygun görülen alanlarda (çıraklık eğitimi, mesleki eğitim, dini eğitim vb) eğitim almasını sağlayacak gibi alanlara yönlendirilmesi kabul edilemez.

Eğitim sistemi ve okullar, elbette sadece mevcut sistemi iktidarın hedefleri doğrultusunda yeniden üreten, mevcut sistemle ve piyasa mekanizması ile uyumlu nesiller yetiştirmesini hedefleyen kurumlar olarak görülemez.