Çorum GSB Mahmut Atalay Gençlik Merkezi’nde bu dönem Cemil Meriç’in “Bu Ülke” adlı eserini (İstanbul: İletişim Yayınevi 2018) müzakere edeceğiz bugün. İki hafta önce vermiştik kitapları arkadaşlara, iki gün önce İdlip bölgesinden “Bu Ülke”nin bekası için canlarını feda eden kardeşlerimizin haberleri geldi. Ülkemize yönelik yönelik her türlü dış ve iç saldırılara karşı göğüslerini siper ederek şehit düşen kardeşlerimizi rahmetle, minnetle anıyorum. Bütün güvenlik güçlerimizi korusun ve kollasın Rabbim. Mevlam makamlarını cennet kıldı, ama biz vefa borcumuzu Bu Ülke’yi her daim ve her safhada korumaya ant içenler olarak “Coğrafyamızda tek kıta vardı, kafatasımızda tek yarım küre” deyip onun da merkezine yerleştirdiğimiz “ Bu Ülke”ye dair yapmamız gerekenleri hatırlayalım.

Hayatını Türk irfanını adayan, münzevi ve mütecesssis bir fikir işçisinin dilinden ülkemizin geleceği olan gençlere bastığı toprağın bize ne dediğini konuşmak, bizim de manevi olarak ülke dışındaki güvenlik birimlerimizin yanında olmamız demek. Çünkü bölgede Doğu (Çin-İran), Batı (farklı kategorilerde olsa da sömürgecilik açısından aynı zihniyeti barındıran Rusya, ABD, İngiltere ve Avrupa Birliği Ülkeleri) birikimi çarpışıyor ve Cemil Meriç bunların hepsiyle yüzleşmiş bir aydınımız. Batı’nın sosyalist ve kapitalist zihniyetinin temellerini iyi bilen; özellikle Balzac’ı, Saint Simon’u ilk sosyologlardan biri olarak inceleyendir. Bunlara ilaveten Rousseau’dan Nietzsche’ye, Hegel ve takipçilerine dair bir okuma yapar ama Yine Batı ama Endülüs İslam coğrafyasından İbn Haldun’u çok önemser.

Asya geleneğini sömürgeci dilin tabiriyle Uzak Doğu geleneğini özellikle Hint edebiyatını analiz eder, çünkü bütün inançlara söz hakkı tanır. Buraya da Avrupalı Romain Rolland ile ulaşır, bu husus önemli tarihte başka Avrupaların da olduğu görüyor, orayı da bir kaçış bir arayış olarak değerlendiriyor. Ve nihayetinde İslam dünyasının verilerini “Türk İrfanı” bağlamında okuyan ve Bu Ülke’nin fikri temellerine önemli katkı yapar, Cemil Meriç. O, bu noktada “Türkiyede ki kavga Hilâl ile Haç’ın kavgasıdır. Olimpos dağının çocukları, Hira dağının evlatlarını asla kabullenemeyecektir” der.

Türk Aydının Teori ve Pratik/Eylem Uyumu

İçinde bulunduğu şartlara uyum sağlamak yerine direnen, fildişi kulesine yani kütüphanesine sığınan bir münzevi, bir Don Kişot olarak hak ve hakikatin sesi olur. İşte tam bu noktada güvenlik politikalarını uygulayan askeri ve idari bürokratların yani aksiyon insanları ile siyasetçilerin düşünce adamlarına gerekli dikkati vermemesinden yakınır. Oysa beyinle kol, nazariye ile aksiyon el ele vermedikçe toplum sıhhate kavuşamaz, diyerek bu yazının temel hedefini özetler bana göre.

Cemil Meriç 1980 ihtilalini yaşamış gençlerin zihninde önemli değişim ve dönüşümler sağlamasın nedeni, bana göre, Doğu ve Batı geleneklerini özümsedikten sonra Osmanlı ve İslam gerçeği ile yüzleşerek Türk Aydınına yönelişidir. Bu noktada düşüncenin görevinin insanından kopan, tarihini unutan ve yolunu şaşıran aydınları irşada çalışmak olduğunu belirtir. Çünkü “Düşünce, bir meydan okuyuşa idrakimizin verdiği cevaptır.” Kızmadan, usanmadan irşat yapılmalı ama ilmin, sağduyunun, aklın ve imanın kılavuzluğunda olmasını ister.

Batının Siyasi İhtirasları

İşte Batının siyasi ihtirasları yine iki gündür acı bir şekilde ülkemizi yakıyor, Meriç’in ifadesiyle söyleyecek olursak, dikkat etmeden, teyit etmeden kullandığımız kelimeler onun emellerini dile getiriyor, kulağımıza fısıldanan lafızları hudut ve şümullerinden habersiz fısıldayıp duruyoruz maalesef. Oysa tefekkür vuzuhla başlar, kurtuluş şuurla, der Üstad.

Bunu da tepkiselliğe girmeden yapılmasını öğütleler. Avrupa’nın reçetelerini uygulamaya çalışmak büyük bir hamakat, ama hocalarının söylediklerinden habersiz olmak daha büyük bir hamakat, diyerek itidalli değerlendirmenin hikmet olduğunu vurgular.

Aydının Görevi Öncelikle Bu Ülke’nin Haklarını Korumaktır

Aydının kalabalığı doğruyu göstermesi için her düşünceyse saygılı olmalı, sorgulamaları, bütün ideolojilerle hesaplaşmalıdır, vuzuhu fethi ancak böyle olur. Ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa edecek, sınıflar üstü hakikatleri araştıracak, dürüst olacak çok okuyacak çok düşünecek ve ortaya çıkardığına inandığı haktakileri, vardığı terkipleri korkusuzca yayacak, yayımlamaktır.

Cemil Meriç, aydının görevi karanlıkları aydınlatmak iken o da kavganın içinde olunca, akıl tutulması oluyor. Evet zor, içerde/sokakta kardeşleri kavga ederken, ülke dışından gelecek tehlikeleri bertaraf etmek için canlarını ortaya koyan kardeşlerimizin acı haberleri gelince soğukkanlılığımızı nasıl koruyacağız. Zor, ama bunu yapmamız gerekir, çünkü bu bir görevdir. Kafalardaki keşmekeşi dağıtmaya, zihinleri iğfal eden kaypak, hain mefhumlara ışıt tutmak bir aydının temel görevidir. Çünkü düşünce adamı, bir zümrenin emir kulu değildir, hiçbir merkezden talimat almaz, bir partiye bağlı olmayabilir ama tarihe angajedir, içinde yaşadığı topluma angajedir. Bu önemli çünkü tarih şuuru, milliyet şuuru, kişilik şuurunun oluşması için gereklidir. Vazifesi o devrin şuuru olmaktır, bütün hakikatleri yoklamak, yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermektir.(Bu Ülke:56)

Gerçek entelektüel, önce ülkesinin haklarını, düşman bir dünyaya haykırmakla görevlidir. Şu ya da bu sınıfın ideoloğu veya demagogu olmadan ülkesinin bütününü, bütün ülkelere karşı müdafaa etmektir. Bunu ütopya olarak sunması, bana göre “ütopyayı olmayan veya düş ülke değil de, yaşanılan sorunları aşmak için üretilen geleceğe yönelik fikirler” olarak tanımlarsak, bunu yapmak bir aydının ödev ahlakıdır.

Bu noktada Meriç kendisi üzerinde Aydınların sert bir öz eleştiri yapmasını ister. “Güliver Kompleksi” yani kendimizi ölçüye vurabilmek, üstelik bunu mağdurluk numarasına yatmadan, mazoşizm şehvetine yaslanmadan gerçek hüviyetimizi tespit edebilmeden bahsediyor. (Meriç: Bu Ülke, 22) Bunu yapmamız gerekiyor, çünkü bana göre, “Bu Ülke’yi “yaşanmaz” kılanlar, vatanlarını “yaşanmaz”laştıranlardan olmamanın yolu, bu sert öz eleştirisi yapmaktan geçer.

Bunu kendisi gerçekleştirdiği için olsa gerek 1970 yıllarda makaleleri, konferanslarıyla çıkar fildişi kulesinden, Asya ve Avrupa hesaplaşmasını yapar. 150 yıllık gölgeler âleminde yaşayan insanından kopan aydının trajedisini izler. Zihinlere giydirilen deli gömlekleri olan ideolojileri tek tek gözler önüne serer. O bir entelektüeldir artık. Gerçek bir entelektüel bir zümrenin emir kulu değildir. Gerçek bir entelektüel olarak yaşadığı devrin şuuru olur. Bütün hakikatleri yoklar ve bütün yalanların maskesini yırtmalı, der.

Son söz; “Ulu çamlar fırtınalı diyarlarda yetişir” sözü gereği Ülke’nin varoluşunu, esenliğini, barışını içerde ve dışarda sağlamaya çalışan herkese selam olsun.