İki yıldır akciğer kanseri ile mücadele ediyordu. Doktorların istediği ALK testini yaptıracak bir patoloji laboratuvarını tüm araştırmalarına rağmen bulamamıştı. Çapa Tıp Fakültesi Patoloji Laboratuvarı, Özel Acıbadem Hastanesi, Haydarpaşa Gata Askeri Hastanesi’ne yapılan başvurular da sonuçsuz kalmıştı. Sağlık Bakanlığı 184 No’lu danışma ve şikâyet hattına yapılan başvuru da da geri dönüş olmamıştı. Adres olarak gösterilen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Laboratuvarı doktorları, ellerinde test yapacak kitlerin olmadığını, belki 3-4 ay içinde ithal edilebileceğini söylediler. 
Gazeteciydi. 30 Ağustos 2012 tarihinde yaşadıklarını köşesine taşıdı ve “Ölme Eşeğim Ölme” başlıklı bir yazı yazarak okurlarıyla paylaştı. O kadar gururluydu ki, sadece adının baş harflerini kullandı. Ancak okuyucu olayı fark etti ve başta o dönemin Sağlık Bakanı olmak üzere ülkenin tanınmış gazetecileri ile bazı milletvekillerine durumu bildirdi. Sadece iki gazeteci, Uğur Dündar ve Emin Çölaşan bu sağlık sorununu Sözcü’deki köşelerine taşıdılar. 
CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, konuya duyarsız kalamadı ve bir soru önergesi ile  TBMM’ ne taşıdı.

Ahmet Siraç Fakirullahoğlu, en yakın dostlarından bile yardım istememişti. “Benim amacım sadece bu sağlık sorununa dikkat çekmektir” diyerek, özel hastanelerle ilgili tüm yardım tekliflerini reddetmişti. Ve 15Aralık 2012 tarihinde, ALK testini yaptıramadan hayata gözlerini yumdu. Kendisi yaşarken çok da fazla önemsenmeyen bu sağlık sorunu, ölümünden sonra pek çok gazete de yer buldu.  Ne yazık ki iş işten geçmişti…

Aradan sekiz ay geçti, Sağlık Bakanı değişti. Milletvekili Umut Oran’ın sorusuna ise hâlâ bir cevap verilmedi. Sonuçta bu olay da diğer yüzlercesi gibi, unutuldu gitti. Tâ ki, bir başka kanser hastası Dilek Özçelik, kanayan yarayı tekrar gündeme taşıyana kadar.

Dilek, Edirne’de ilaçlarının temini için Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın yanına yaklaşır. Eczanelerde bulamadığı ilaçlarını, yurt dışından da getirtemediğini anlatıp, bu konuda yardım ister. Ancak derdini tam anlatamadan Bakan, genç kızın cebine para koyar ve “sakın düşürme “diye de uyarır (…)
Devletin Bakanı tarafından kendisine dilenci muamelesi yapılmasına çok kırılan Dilek Özçelik, Bakan’ın camiden çıkmasını bekler ve parayı iade ederek; "Sadece yanlış anlaşıldım. Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda” diyerek hızla uzaklaşır. 

İki insan, iki olay... İkisi de gururlu. Birisi; “Benim amacım sadece bu sağlık sorununa dikkat çekmektir” diyor, diğeri ise; “Ben ilaç dedim, o para dedi. Bakan Bayraktar’ın yardımını istemiyorum” sözleriyle durumun ciddiyetini anlatmaya çalışıyor.

Kanser hastaları çaresiz, çaresizliği hiç tatmayan bakanlar, vekiller, vatandaşlar; Duyarsız!

Gazeteci Ahmet Siraç Fakirullahoğlu öldü, Dilek Özçelik yaşıyor. Kim bilir kaç Ahmet, kaç Dilek var; Testlerini yaptıramayan ilaçlarını bulamayan… 
*
Osmanlı bu halkı ,“kul” etti, Mustafa Kemal Atatürk, “efendi”,  günümüz iktidarı da dilenci... 

Bu millet dilenci değildir… Devletin görevi; Başta sağlık, eğitim, güvenlik ve istihdam olmak üzere, Sosyal Devlet Sistemi’ni her konuda hayata geçirmektir.
Vatandaşının kapısının önüne, kömür çuvalı, ya da erzak yığmak, cebine para koymak değildir. 

Bu millet, dilenci muamelesi görmeyi hak etmiyor!