Bitmek bilmeyen “kadın ve cinsellik” ile ilgili konuda yüzlerce felsefe, araştırma, roman yazan ve sosyal çalkantılardan kurtulamayan Batının gözünde “cinsel köle” kimliğini koruyan kadın, kendini “modern” olarak tanımlayan toplumlardakine kıyasla, “ilkel” kabilelerde cinsel problemlerini neredeyse aşmış görünüyor.
Orta Afrika’da batılılarca “ilkel” olarak tanımlanan kabilelerde, cinsellikte kadının mutluluğu esas alınarak ve gençler bu konuda eğitim alarak yetiştirilirken, bizim sözüm ona “çağdaş” dünyamızda yine aynı problemlerle, yine aynı haberlerle yatıp kalkıyoruz. Hüseyin KILIÇ’ın “Antikçağ’dan Günümüze Batıda Kadın ve Cinsellik” isimli kitabı herkesin, tıpkı benim gibi içine düşerek okuyabileceği bir araştırma kitabı. Yoruma dayalı ifadeler oldukça azken, kitap daha çok araştırmalara ve onlarca kaynak esere dayandırılıyor. Eski çağlardan başlanarak kadına bakış açısında, neredeyse günümüze kadar çok fazla bir şey değişmemiş.
Etrafımızdaki küçük adamlara, daha doğrusu çocuk adamlara bakınca, kadınlarla erkeklerin ne kadar da farklı dünyalarda yaşadıklarını, ne kadar farklı işlerle uğraştıklarını görebiliyoruz. Kimi Batılı ülkelerde erkekler “birey” olmaya çok daha yakın dursa bile, Türkiye’de çok daha özgüvensiz adamların “kadınları katliam haberlerini” her gün haberlerde duyar olduk. Tek başına yaşamayı neredeyse beceremeyen bu çocuk adamlar; annelerinin kucağından çıkıp, ikinci bakıcıları olan karılarının kucağına gidiyorlar. Şayet o kadın o adamı kucağından atmak isterse, tek başına yaşayamayan özgüvensiz adam, kadına fiziksel, psikolojik şiddet uyguluyor ya da direk öldürüyor. Üstelik bu şiddet oranları, muhafazakâr bir partinin iktidarında neredeyse tavan yapmış, bir terör örgütünün gerçekleştirdiği ölüm oranlarıyla yarışır hale gelmiştir.
Batıda da kadına şiddet ve ayrımcılık kimi ülkelerde benzerlikler gösterse de kanunlardaki sert tedbirler, mümkün olduğunca caydırıcı olabiliyor. Fakat asıl önemli olan soru şu: Yüzyıllardır bu noktaya nasıl gelindi? Nasıl bunların olmasına izin verildi? Bunları anlamak için bu konularla ilgili felsefi kitaplarını elden geldiğince gözden geçirmek gerekebilir. Benim sübjektif görüşüm ise tüm bunların ötesinde kişisel gözlemlerime, duyduklarıma veya dinlediklerime dayanabilir.
Dorusu Hüseyin KILIÇ’ın saptamaları, inanılması güç de olsa, “cinsel sömürüye ırkçılık boyutunu” ekleyen vahşi batını çirkin yüzüne ayna tutuyor. Amerika’ya köle olarak satılan zencilerin kadın olanları, beyaz adamlar tarafından tecavüze uğrasa da zenci erkeklerin beyaz kadınlara dokunması bile yasaklanmıştır. Yani beyaz adam zenci kadınla olabilir ama zenci adam beyaz kadınla olamaz. İşin ırkçılık boyutu bir yana, beyaz adama verilen cinsel özgürlüğün, beyaz kadına verilmeyişi diğer yana…
Yine benzer şekilde ataerkil toplumlarda görülen “çokeşlilikte” erkeğe birden fazla kadın düşerken, kadın tek eşliliğe mahkum edilebiliyor. Geçenlerde bir Devlet Bakanı çıkmış televizyona, “Rus kadınlardan” iyi gelin olur, diyor. İyi de “Rus erkeklerden” iyi damat neden olmasın?.. Bakınız yılbaşı reklamları daha on gün öncesinden başlar: -Yılbaşına bilmem hangi mankenlerin defilesiyle girin! Bizim çocukluğumuzda da dansözler çıkardı. Peki neden? Erkekler eğlensinler diye. Yanında karıları varken nasıl eğleneceklerse…Ya da evde otururken bu eğlence nasıl olacaksa…
Kadınlara zırnık yok!..İyi de arkadaş, kadınlar da ekranlarda şöyle iri kıyım yakışıklı erkekleri görüp, onlarla yılbaşına girmek isterlerse, yani eğer bu bir eğlence ve oyunsa, neden kadınlar bu işte oyun dışı kalıyor?..Bu arada çok şaşırdım geçenlerde gördüğüm bir reklama: Bir çikolata reklamında bu defa mayolu bir kadın değil, mayolu bir delikanlı sarmaşığa tutunarak sallanıyordu...
Dönersek yine kitaba, Batını ikiyüzlülüğünü çok güzel irdelemiş. Çok yerde aynı düşüncelere sahibim. 1960’larda gerçekleşen Cinsel Devrim, başlangıçta tabuları yenmeyi hedeflese de bana kalırsa kadınları apayrı bir cinsel sömürünün içine düşürmüştür. Kadının savunma mekanizmasını, bu defa onu küçülterek, kırarak elinden alan ve onu çok daha kolay harcayan bir düzenin içindeyiz. Öylesine değersiz bir hale geldi ki kadın, artık internet sayfalarındaki pornografik içerikli sitelere ulaşımı engellemek üzere şifreli programlar uygulanmak zorunda kalınıyor.
Oysa ki değişik dinlere mensup toplumların birçoğunda, bundan önceki dönemde hiç değilse kız çocuklar, dinsel öğelere veya tabulara dayansalar bile bu kadar açıktan bir sömürüye maruz kalmıyorlardı. Günümüzde artık kız çocuklarını korumanın çok daha zor olduğunu biliyoruz, çünkü artık etrafımızdaki erkekler 1950’li 60’lı veya 70’li yılların erkekleri gibi değiller. Etrafımızdaki her erkek potansiyel bir tehlike olabilir ve kendilerini çok iyi gizleyebilirler. Artan taciz, tecavüz ve diğer her türlü şiddet olayları da bunun kanıtıdır.
Gel gelelim ilkel kabilelere: Oradaki kadınlar hayatından memnunmuş…
-Onların erkekleri, günlük programlarını futbol maçına göre yapmıyor, futbol izlemediği için “goooool” diye garip ve iğrenç orgazm sesleri çıkarmıyorlarmış…
-Onların erkekleri karısıyla sağlıksız cinsel ilişki kurmadığı için, dışarıdaki bilimum kadına gözle, sözle ve elle sarkıntılık etmiyormuş…
-Onların erkeklerinin cep telefonları yokmuş, aşağılık kompleksleri de yokmuş ve “hayranlarım beni cepten arıyor” diye yalap şalap konuşmuyor, artistlik yapmıyorlarmış…
-Onların erkekleri karısının önüne koyduğu yemekten zıkkımlandıktan sonra “çayım nerde” demiyorlarmış, zira kadının rolü “garsonluk” değilmiş…
-Onların erkekleri kadına dokuz çocuk doğurtup, kadını aynaya bakamayacak hale getirdikten sonra, çocukların bakımını kadının sırtına atıp, sonra da kahveye gidip “okey” oynamıyormuş…
-Onların erkeklerinin birinci görevi kadını mutlu etmekmiş, çünkü kadın mutlu olamazsa kendileri de mutlu olamazmış…
Yüzyıllardır Batının çözemediği düğümü ilkel kabileler çözmüş. Dolayısıyla ben buradan yakmayayım, kalsın; benimki ilkel kabileden olsun.