Senin ÇİÇEĞİNİN, Ne demek olduğunu bana sor,
Yetmişiki dilde anlatabilirim sana. Hatta kitabını yazabilirim sayfalarca.
Yalnızlığın rezilliğini, Kokuşmuşluğun çıplaklığını da sor.
Ama hiç kimse,
Kavuşmanın güzelliğini
Sormasın bana, anlatamam.
Ben hiç kavuşmadım ki!
Bilmiyorum,
Sevgimle sardığın yüreğin nasıldır?
Ürkek ceylanlar nasıl kurtulur tuzağından.
Dolu yemiş yaprak gibi nasıl titrer bir yürek?
Goncalar, nasıl güle döner sıcaklığınla, bilmiyorum.
Anlatabilirim daldaki kuşa, topraktaki solucana;
Yokluğu,
Özlemi,
Avunmayı, aşağılık avunmayı öğrendim nasılsa,
Ustası oldum beklemenin, tükenmek pahasına.
Ama hiç kimse kavuşmayı,
İki derenin birbirine nasıl karıştığını sormasın bana, anlatamam.
Çünkü senle ben, aynı kaynaktan doğmuş, sularında hasretleri taşıyan, başka denizlere koşan iki ırmağız.
Birbirimize uzak topraklarda tüketirken yılları,
Aşkımızla aynı göğü ısıtırız.
Ben seni boş anımda sevmedim. Bak, Bir kış beyazlara bürünmeyi unuttu ilk defa,
İlk defa bir gece, ayyaş bir ayaz buldu kendine,
Ne kadar yazılırsa yazılsın,
Hiçbir sevda böylesine yazılmadı.
Yaralarım kabuk tutsun diye sevmedim seni.
Bir bıçak, keskinliğini keşfediyordu ilk defa.
Ve o beyaz ellerimde, kader çizgilerini görürken sevdim ben seni…
NE OLURSA OLSUN, NEREDE OLURSAN OL, YÜZÜNÜ GÖRMEK BANA “ÇİÇEĞİM” DİYEN SESİNİ DUYMAK, NASİP OLMASA DA BİR DAHA, YÜREĞİMDEKİ SEVGİN, BEDENİM TOPRAĞA KARIŞANA KADAR İÇİMDE YAŞAYACAK…