TDV vakfının 1989 yılından itibaren başlattığı Kutlu Doğum Haftası etkinlikleriyle Peygamberimizin tutum, tavır ve davranışları, sözleri günümüz Müslümanları kendilerine nasıl “Rol Model” olarak alabilir sorusunun cevabı aranıyor. Hz. Adem ile başlayan ilahi mesajlar zincirinin son halkasını oluşturan Hz. Muhammed’in tebliğlerini, uygulamalarını kıyamete kadar her daim yeniden okumamız gerektiği ilkesinden hareketle, bu yıl da İnsan Onuru konusu ana tema olarak seçildi.
Güney Kırgızistan’ın Oş şehrinde İlahiyat fakültesinin düzenlediği etkinlik, Oş Devlet Üniversitesi Büyük Salonunda 17 Nisan günü gerçekleşti.  Kur’an öğretim elemanınız Ahmet Turgut beyin okuduğu Kur’an ile program başladı. Rektör, Oş şehir kadısı ve Oş Vilayeti kadısı, Valilik, Belediye Başkanlığı temsilcileri birer konuşma yaptılar. Ardından TDV vakfının hazırladığı ve Kırgızcaya çevrilen slayt seyredildi.
Fakültemiz öğretim üyeleri “Kur’an’ın İnsan Onuruna verdiği önem, Kadınların Onuruna verilen önem ve Din ile Dini Kültür Arasındaki Fark”a dikkat çekerek, dinin sahih kaynaklarından, rasyonel ve mukayeseli bir şekilde okunması gerektiğinin örneğini verdiler. Kız ve erkek öğrencilerimizin okuduğu şiirler ve tasavvufi ilahiler ile devam eden programa üniversitemiz Güzel Sanatlar Fakültesi elemanları Yunus Emre’nin şiirlerini Kırgızca ilahiler şeklinde sundular. Toplantı sonrasında pilav ve ayran ikramı yapıldı.
Sunuş:  Türkiye Diyanet Vakfı Kırgızistan temsilcisi ve Oş İlahiyat Fakültesi Dekan vekili olarak, “Alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimizin mesajını her daim yeniden okumak, tavır ve tutumlarını yaşayan sünnet haline getirmek için düzenlenen kutlu doğum programına” hoş geldiniz diyerek bir selamlama konuşması yaptım. Burada vurguladığım hususlar ana hatlarıyla şunlardı.
Bu yıl, peygamberimizin insan onuruna verdiği önem üzerinde duruluyor. İnsan eşrefi mahlukat, yani yaratılanların en şereflisi, evreniz mikro kozmosu. Ziya Paşa diye meşhur bir şairimiz var, hoşça bak zatına zübde-i alemsin sen der. Yani evrenin özü, biricik varlığısın kendini, onurunu iyi koru. Kendinle barışık ol ki ailenle, dostlarınla, toplumla barışık olasın.
İnsan onurunu korumak bugün en çok ihtiyacımız olan husus. Çünkü dünyada yaşanan haksızlıklar, zulümler insan onurunun nasıl zedelendiğini gösteriyor. Oysa İslam dininin iki temel ilkesi, yüzyıllardır insan onurunun nasıl korunacağını gösterir.
1. Bir kişiye yapılan haksızlık, bütün insanlığa yapılmış gibidir.  Evet, insanın canı/onuru, malı, kanı bir başka mümine haramdır.
2. Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma. Bu ilke, bütün dini anlayışlarda vardır. Bu doğaldır, zira Hz. Adem’den Hz. Muhammed (sav) kadar hep aynı temel ilkeler, farklı zaman ve mekanlarda, farklı dillerde gönderilmiştir. Bu ilkeler, Tevhid, nübüvvet ve mead üçlüsü şeklinde incelenir. Dünyada refah ve huzur, ahirette ise felah ve kurtuluşu temin edecek bu ilkeleri her daim yeniden yorumlamak gerekiyor. Kutlu doğum haftası da buna en iyi vesiledir.
Bu bağlamda küçüklerine merhamet etmeyen, onların onurunu korumayan, büyüklerine saygı göstermeyen, onların onurunu korumayan, hanımlarına iyi davranmayan, onların onurunu korumayan gerçek anlamda mümin olarak nitelendirilemez. Öyleyse mümin kişi, onurlu ve kerem sahibi olarak, küçüklerine, büyüklerine, hanımlara velhasıl hayatındaki bütün insanların onuruna dikkat eder.
Yorum: Son zamanlarda Kutlu doğum haftasının içeriği boşaltılarak, bir nevi showa dönüştürülmesi gerçeğini düşünerek içerikli ve sade bir toplantı olmasına özen gösterdik.  Doğum günü pastası kesmeye kadar varan bu tutumlar içinde kermesler yaparak kazanç elde etmek, içeri giriş bileti satarak bunlara numaralar vererek çekilişler düzenlemek, kazananlara umre vb dinsel içerikli (muz uzatma taktiği) vaat etmek gibi etkinlikler bu haftanın düzenleniş amacını saptırmaya başladı.
Haftanın vaz ediliş amacını birinci elden biliyorum çünkü 1989 yılında Süleyman Hayri Bolay hocamın asistanı idim. Vakıf yayınları ve akademik işlerden sorumlu olarak hocam, bu hafta ile burhan yöntemi gereği peygamberimizin mesajlarının bürokratik kesime, diğer akademik camiaya velhasıl tabiri caizse havassa yönelik olmasını istemişti. Çünkü camilerde hatabi yöntem ile İslam anlatılıyor; hedef kitle camiye Cuma ve/ya bayram namazlarında giden veya hiç gitmeyen ama kültürel olarak İslami verilerden haberdar olan kesime yönelik akademik bilgilendirme yapmaktı. Maalesef son zamanlarda kutlu doğum konferansları ticari meta’a dönüşmeye başladı, öğretim elamanları hafta içinde tıpkı sanatçılar gibi aylar öncesinden randevu vermeye başladılar ve neredeyse her güne bir konuşma düşecek şekilde program yapmaya başladı. Kutlamalar ise düğün salonlarındaki törenlere benzemeye başladı. Benzer tutumun Atayurt’ta olmaya başlaması peygamberimizin mesajını yeniden okuyup güncelleyip, rol model olarak alalım derken, popüler kültüre kurban etme riskinin buralara da yaygınlaşma ihtimali belirmeye başladı. 
Burada körfez ve/ya Afganistan-Pakistan-Bengladeş üçgeninde yetişen ve İslam tarihsel boyutuyla aynen İç Asya’ya taşımayı tebliğ olarak gören ve tekfir kurumunu çalıştıran birimlerin etkisi toplum katmanlarında iyice belirgin hale gelmek üzere. Artık din uzlaşmanın, barışın, esenliğin değil de çatışmanın ana unsuru haline dönüşmeye başladı.
Müstağni Olmadan Müstakil Olmak
Biz dini sahih kaynaklardan, temel fıkhı ekollerden müstağni kalmadan, yani tarihsel olarak onlara dair bilgileri okuyarak, katkıda bulunan her bir âlimimize şükran duyarak, ama müstakil olmaya çalışıyoruz. Her dönemin şartları farklı, temel kaynaklarımızın yorumu da farklı, önceki deneyimlerden istifade ederiz, ama o dönemde verilen bir çözüm önerisi veya tutumun aynen bugüne taşınması ne derece tutarlıdır, sorusunu merkeze alıyoruz. Tarihsel olarak bir an’ın aynen tekrarı mümkün değilken, kıyamete kadar geçerli olacak ilkelerin yorumunu dondurmak ve yüzyıllar önceki tavır ve tutumları aynen bugüne taşımanın imkanını, eleştirel, rasyonel bir tavır ve tutumla müzakere ediyoruz. Örf, adet ve dini/milli kültürümüzü, değerlerimizi, dinin temel ve külli ilkeleri ışığında okuyup, yeniden üretmeye çalışan akademisyenler olarak,  her türlü tarikat veya cemaat oluşumun üstünde bir bakış açısı geliştirmeye çalışıyoruz.
Kur’an okuyan hocamızın, panel sunan akademisyenlerimizin, ilahi söyleyen kız ve erkek öğrencilerimizin şık kıyafetleri, tavır ve tutumları birer inci gibiydi. Üniversitenin farklı fakültelerinden gelen gençler şaşırdılar, çünkü molda/damla (yani hoca) dediklerinde sarıklı, cübbeli, bıyıkları sıfır ama uzun sakallı insanlar görüyorlar. Salonda bulunan öğrencilerimize sonra bu hususları çok sormuşlar, demek böyle de olabiliyormuş diye.
Bayan dinleyicilerimiz, sadece peygamberimizin mesajına odaklanan ve panelimizde bayan öğretim elemanımız olan Zamira hanım, peygamberimizin hanımların onuruna verdiği önemden bahsetmesi karşısında çok heyecanlanmışlar. Tabii böyle şey olur mu, bunlar ne biçim hoca diyenlerde olmuştur ve muhtemelen bu bakış açısını olumsuz diye yorumlayanlarda vardır. Özellikle kadın hak ve hukuku açısından Arabistan ve/ya Afganistan bölgesi kültürünün baskın olmaya başladığını düşünürsek, eleştirilerin olacağını da varsaymak gerek. Biz bunların farkındayız ve haftada üç gün kız öğrencilerimiz, üniversitenin diğer birimlerinden gelen gençlere İlahiyat fakültesinde öğrendiklerini aktarıyorlar. 8 Mart kadınlar gününde kadına yönelik şiddetin engellenmesinde değerlerimizin yeri konusunun ele alınmasıyla başlayan süreç, kutlu doğum ile ivme kazandı. Önceleri ilahiyat fakültesini medrese gibi gören ve buraya sadece belirli insanlar girebilir diyenler, bu bakış açısının farklılığını iyice gördüler.
Yönetici kesim toplumsal katmanlardaki dinsel ayrımın tehlikeli boyutlara ulaştığının farkında, Abdülaziz hocamızın din ve dini kültür ayrımına Cumhurbaşkanının sözü ile başlaması da bunun işareti. En çok ilgiyi de o bildiri çekti sanırım. Rektörümüz her durumda dinin bu coğrafyada üretilen yorumu olan Hanefi ve Maturidi geleneğin rasyonel boyutuna dikkat çekiyor ve imam hatip lisesi benzeri okulların da açılması gerektiğini vurguluyor. Nitekim kurucu dekanımız Avazbek, konferansta yaptığı sunuş konuşmasında bu hususu açıkça vurguladı ve ilahiyat fakültesi geleneğinin niçin önemli olduğunu belirtti.
Panelimizin ertesi günü burada 20 yılını kutlayan bir başka dini kurumun programına katıldık rektörümüzle... adındaki İslam Enstitü’ne yardım toplamak için yapılan geleneksel hale gelen bir toplantıydı. Medrese burası ve klasik islami ilimler okutuluyor, diploması sadece müftülük tarafından tanınıyor, devlet tanımıyor, neyse onun müfredatı hakkında konuşmak istemiyorum. Ama Kur’an okuyan ve konuşma yapanların büyük bir kısmının sarıklı, cübbeli, sıfır bıyık ve uzun sakallı olduğunu görünce, gençlerin, bizim öğretim elemanlarımıza niçin şaşırdıklarının nedenini iyi anladım. 
Buradaki müftü yani diyanet işleri başkan yardımcısı hocanın uzun konuşması, bütün uyarılara rağmen ısrarla devam etmesi karşısında kürsüde rektörümüz ile birlikte bizlerin de tepkisini çekti, hocamız konuşmayı beklemedi, yardımını yaptı ve biz de yardımımızı yaptık, çıktık. Ama hocaefendi tebliğe devam ediyordu. Oysa vali bey, önceden uyardı, burası konuşma değil, icraat yeri diye, ama sonradan öğrendiğim hocaefendi, tebliğ cemaati mensubu imiş, ben burada tebliğimi yaparım dedi galiba ve bütün nezaket ve tebliğ kurallarını ihlal etti. Yöneticilerin işi zor yani, bir tarafta ilahiyat fakültesi örneği; diğer tarafta klasik medrese usulü ve İslam coğrafyalarında üretilmiş yorumu aynen buraya taşımaya çalışanlar var.
Bunlar yöntemlerinin doğruluğundan da son derece eminler, farklı bir sesi hemen bastırmak istiyorlar, dolayısıyla din uzlaşmanın, barışın dostluğun unsuru olmaktan çıkmak üzere. Evet gerçekten zor işleri yöneticilerin ve tabiiki İslam’ı yaşamak isteyen vatandaşların da kafası karışık. Bu nedenle kutlu doğum programımız bu kardeşlerimize bir nevi klavuz niteliğinde bir etkinlik oldu, bir soluk aldırdı ve bakınız böyle bir perspektif de olabiliyormuş dedirtti.