Çarlık Rusya’sının son ve en dirençli komutanlarından biri. 1917 Bolşevik Devrimine karşı ölümüne bir direnç gösteren inatçı, idealist, boyun eğmeyen bir asker. SSCB döneminde hain ilan edilen Aleksandr KOLÇAK’la ilgili tabuların yıkılmasına yol açabilecek muhteşem film, 2008’de çekilmiş…
Oyuncunun yüksek performansı ve yönetmenin başarısı inanılmaz. Tarih, savaş ve tutkulu bir aşkı o kadar başarılı aktarmış ki izlerken aklıma ilk gelen soru, neden bizim zengin tarihimizin böyle sinema yapıtlarıyla süslenmekten aciz olduğuydu. Bir filmin yasaklanmasını doğru bulmuyorum ama o filmi teknik açıdan yetersiz bulabilir veya oyuncuların performansını beğenmeyebilirsiniz. Nedense Türk filmlerinde ben hep aynı şeyi hissederim ve yine yerli malı olduğu belli olmuş, derim. Yani profesyonellikten uzak olabiliyor birçoğu… Sadece Zülfü Livaneli’nin çektiği Atatürk’ü anlatan “VEDA” filmini oldukça beğenmiştim… Rusya Kültür Bakanlığının “AMİRAL” filmine destek verdiğini belirtelim de bizimkilerin kulağı çınlasın…
Babasının TÜRK kökenli olduğunu, 1700’lü yıllarda Hotin kalesinde esir düşen İlyas Kolçak Paşa’nın soyundan geldiğini Rus tarihçiler doğruluyor. Denizci olması yönünde ailesinden telkin alan Aleksandr KOLÇAK, çok genç yaşlarda göstermiş olduğu deniz seferlerindeki ve savaşlarındaki başarıları nedeniyle donanma içinde yükselir. Özellikle 1. Dünya Savaşında Alman donanmasına karşı deniz mayınlarıyla elde ettiği başarılar nedeniyle 1916’da koramiralliğe terfi ettirilir. İşte bu dönemlerde tanıştığı Anna’yla yaşadığı tutkulu aşkı da ölümüne kadar mücadelesinin içinde yaşar.
1917 Şubat devrimiyle beraber Çarlık rejiminin yıkıldığı ve bölgede tam anlamıyla bir iç savaşın yaşandığı dönemde, bağlı bulunduğu Çarlık Rusya’sına olan yeminini çiğnemeyip direnmeyi seçen KOLÇAK, Lenin’in akrabası Geçici Hükümetin Savaş Bakanı Kerenski tarafından uzaklaştırılarak ABD’ye geçici görevle atanır. Tekrardan Rusya’ya dönen KOLÇAK, Bolşeviklere muhalif grupların da desteğiyle Sibirya’da özerk bir yönetim kurarak, işçi ve köylü ayaklanmaları kanlı şekilde bastırır… Ancak kendisine destek olan komutanlar ile Çekoslavak Lejyonun ağırlıkta olduğu bölgelerde tam bir koordinasyon sağlanamadığı için, zamanla Kızıl Orduya karşı kazanılan başarılar azalmaya başlar. Beyaz Ordu aldığı yerleri terk etmeye ve ağır kayıplar vererek geri çekilmeye başlar…
Zor bir tren yolculuğu… Askerler dağınık olarak geri çekilmeye başlarlar. Omsk’tan TRENLE kaçarak, yanında kendisine sadık bir grup asker ve savaşa rağmen kendisinin yakınında olmak isteyen Anna’yla beraber Irkutsk’a doğru yola çıkan KOLÇAK, ihanete uğrar. Tam olarak kendisinin liderliğini kabul etmeyen Çekoslavak Lejyonu tarafından treni durdurulur ve kendisinin bölgedeki İngiliz askerlerine verilmesi yönündeki pazarlıklara rağmen farklı şekilde hareket edilir. Son pazarlık, Bolşeviklere teslim edilmesi şeklinde olur ve Şubat 1920’de kurşuna dizilir….
500 ton altın şimdi nerede?.. KOLÇAK’n yanında taşıdığı Çarlığa ait altınlar, kendisinin kurşuna dizilmesini engelleyemedi. Mücadelesinde kendisine destek veren İngiltere ve ABD, sonlara doğru desteklerini çektiler… SSCB’nin kurulmasıyla beraber yeni yönetim, Çarlık Rusya’sının mirasını ve borçlarını da reddetmişti. Bu nedenle SSCB, Batılı devletlerden 500 kilo altını alamıyordu ancak altınların yeri tespit edilmişti. SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla beraber yeni kurulan RUSYA FEDERASYONU, Japonya, ABD ve İngiliz bankalarında olduğu söylenen altın hisselerinin peşine düştü. Japonya altınların bir bölümünün kendi bankalarında olduğunu teyit etti…
Filme yapılan en büyük eleştiri, Beyaz Ordu’da ölen askerlerin gösterilmesine rağmen, Kolçak’ın sivilleri öldürdüğüne değinilmemiş olması… Bana kalırsa bir filme her şeyi sığdırmak zor ve her film biraz taraf tutar. Çünkü bu bir belgesel değil ve konular Amiral Kolçak’ın tarafından aktarılmış. Hal böyle olunca, biz de seyirci olarak koltuklarımızda otururken, o filmin kahramanının ölmesini istemiyoruz. Kısacası film güzel çekilmişse sizi de adeta içine alıyor ve o günleri sanki yaşatıyor…Filmin kahramanının beni etkileme sebebi, bir önceki devletin kurallarına ve rejimine sıkı sıkıya bağlı bir askerin, kendisine yeni kurulan yönetimin bir şans vermesine rağmen, bunu elinin tersiyle itmesi ve sonlara doğru trendeki sayılı askerlerine “git” emri vererek onları kurtarması ve tek başına başı dik bir şekilde ölüme gideceğini bilerek teslim olması…Diğer etkilendiğim kişi filmin kadın kahramanı: Kolçak’ın onun hayatını tehlikeye atmamak için defalarca uzaklaştırmaya çalışmasına rağmen, cepheye amirale daha yakın olabilmek için hemşire olarak giden, mühürlü trene binen ve aynı kadere ortak olmaya çalışan bir kadın ve o kadını tutkuyla seven bir adam…
Bu durumu gerçekten de garip buluyorum, çünkü günümüzde birbirini sevdiğini iddia eden insanlar, her türlü iletişim aracına veya daha geniş imkanlara sahipken yan yana gelemiyor, gelse de birbirlerinin sıkıntılarını ne derece paylaştıkları şüpheli. Oysa o günkü sınırlı ve zor koşullar bile sevginin önüne geçemiyor. Bir taraftan günümüzün hesaba, kitaba ya da samimiyetsizliğe dayanan kabak tadı vermiş sıradanlığı, diğer yanda sürükleyici ve gerçek duygular…Dolayısıyla filmi izlerken, gerçekten de insan kendi kafasında çok farklı konuların muhakemesini yapabiliyor…Bu arada tarihle ilgili bilinmeyenleri de öğrenmiş oluyorsunuz. Tavsiye ederim, izleyin…