Geçenlerde bir arkadaş dedi ki, “Yahu bıktık artık şu dizilerden, reklamlardan. Memlekette bu kadar problem varken, geçen gün bize gelen misafirler canımıza okudu. İlle de şu diziyi aç diye tutturdu: Adını Şukûfe Koydum. Bir tane daha var, dur bakayım neydi o; Yarmagül’ün Suçu Ne?.. Mideme sancılar girdi, kendime bir haftada zor geldim”… Öyle ya, vatandaş televizyon bağımlısı, gençler internet ve cep telefonu bağımlısı, toplamda bunların büyük bir çoğunluğu da futbol fanatiği. Geriye kalan yüzde oranı çok düşük bir kitle belki de sağlıklı olarak haberleri veya güncel kitapları takip edebiliyor. Devam ediyor arkadaş:”Bak Ayça’cığım. Güzelim Türkçemizi bile bozdular. Padişahı anlatan dizilere Türkçe aksanı bozuk kadınları koyup garip bir şekilde konuşturmalarına ne diyorsun? Bu arada alıştıra alıştıra 3 karılı-4 karılı kuma sistemine de geçiriyorlar milleti galiba. Ondan başka güzel giyinme yarışmalarına iki dönme adamla yine yabancı uyruklu Türkçesi bozuk bir kadının konmasından tut da yetenekli vatandaş yarışmalarına kadar acayip bir geminin içine bindirildik gibi geliyor. Böylesine bir süreç 12 Eylülden sonra bile görülmedi. Sonumuz karanlık galiba…”
Ben de dedim ki arkadaşa “Bu millet afyon yutmaya bayılıyor. Bırak bunu da yesinler. 20 yıl sonra da tıpkı şu anda 12 Eylülü nasıl yargılayan programlar ve filmler yapıyorlarsa, ileride de aynısını yapacaklar. Sahte delillerle içeri tıkılan adamları artık hiç kimse konuşmuyor, dedim ya 20 yıl sonra konuşacaklar, atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra. Eski Marksist dönekler, referandumda AKP’ye eveti bastıktan sonra Türkiye’de artık hukuk ta kalmadı, varsın kalmasın. Kaddafi’nin linç edilmesini kahkahayla karşılayan ABD dışişleri bakanıyla aynı safta yer alan bizim hükümetimiz ve suç ortağı NATO, aynı insanlık ihlallerini Pakistan’da yapıyor. Şimdi artık Dünya’daki mazlum insanların gözünde, biz de artık filmlerdeki kötü adamlar gibiyiz. Oysa ki Atatürk’ün başlattığı Kurtuluş Savaşı’nda tam da bunun tersi bir profille onlara umut olmuştuk. Suriye gibi akrabalık bağımızın olduğu bir ülkedeki muhalif grup denilen silahlı teröristleri Türkiye’de barındırıyoruz. Tıpkı Hamas militanları gibi, Tayyip Hükümetinin bu adamlara sempatisi var ve bu adamlar sekiz ayda yaklaşık 800 Suriyeli askeri öldürmüşler. Kısacası arkadaşım, yandaş kanallar eskinin TRT’sinden beter olmuşlar, tam bir çanak yalayıcısı durumuna düşmüşler. Bu millete bir değil, bin tane aptal dizi daha çekip uyutsunlar, üstüne futbol izletip yatırsınlar, poposuna da zamlarla vurup dövsünler. Şu an için yapılacak bir şey olduğunu düşünmüyorum, sanki 1980 sonrası gibi rutin bir uyuma sürecine girilmiş gibi geliyor bana.”
Eve geldim, haberleri açtım. Bir de ne göreyim, güya savcılık soruşturma başlatmış; 1993’te hayatını kaybeden Eşref BİTLİS’in ölümünü araştırıyorlarmış. İncirlik üssünden PKK’ya yardım taşındığını söyleyen Eşref BİTLİS’in ölümünü araştıranlar acaba karşılarında şüpheli olarak ABD’yi görünce, stratejik ortaklık bozulur mu bilmem. Ama ERKENEKON tertibiyle yazar ve gazetecileri hapiste süründürenlere söyleyeceğim şey şudur: 4 yıldır devam eden süreçte açıktan hukuk ihlalleriyle insanlar suçu sabit olmadığı halde hapiste tutuluyor. Bu kadar uzun yargılama süreci ve haksızlıklar hangi hukuk devletinde görülebilir? Bu arada suçsuz bulunma ihtimali olmasına rağmen hakim karşısına yıllarca çıkarılmayan Ergün POYRAZ, ileride suçsuz bulunursa yıllarca hapiste yattığının bedelini kim ödeyecek? Geçen yıllarını ona ve diğerlerine kim iade edebilecek?
Eşref BİTLİS’in yıllar önceki ölümünü araştıranlar, daha geçtiğimiz Kasım ayında hapiste ölen MİT üst düzey yetkilisi Kaşif KOZİNOĞLU’nun ölümünü neden ciddiyetle araştırmazlar? Duruşmaya çıkmasına 9 gün kala, kalp krizinden öldüğü söylenen KOZİNOĞLU’nun yiyecek ve içeceğine tespit edilmesi güç “radyoaktif madde” katılarak zehirlendiği iddiasını araştırmak, şüphesiz ki onlar için daha yakın bir tarih olması açısından çok daha kolay sonuç alınabilecek bir araştırma olacaktır. 
Bir de utanmadan internet andıcı davasından aranan emekli Tümgeneral Mustafa BAKICI, yurtdışına kaçtı diye yaygara yapıyorlar. Bir ülkede hukuk bitmişse, hapishanede can güvenliği kalmadıysa, insanların ne yapmaları gerekiyor? 12 Eylül 1980’den sonra aralarında Cem KARACA, Zülfü LİVANELİ, Melike DEMİRAĞ gibi sanatçıların da olduğu onlarca insan yurtdışına kaçmışlardı. Uzun yıllar da ülkelerine dönemediler. Ben şu eski AKP milletvekili Turhan ÇÖMEZ’i çok merak ediyorum doğrusu; hani şu çocuk yuvalarını basıp taciz suçlarının ve yolsuzlukların üzerine giden cesur milletvekilini. Ama ne olmuştu hatırlayın, AKP’yi zor durumda bıraktığı için, Ergenekon tertibinin ilk halkasına eklenmeye çalışılmıştı. Peki ne yapmıştı? Yurtdışına kaçmıştı. Gidiş o gidiş…
Memleketimizde garip bir tezgah kuruluyor. Bu tezgah, TSK’nın yıpratılması, basının susturulması süreciyle başlayıp, Türkiye’nin komşu ülkelerle arasının bozulup “füze kalkanıyla” hedef durumuna düşürülmesiyle devam ediyor. Ama elbette bunlardan kime ne? Onlar ancak televizyonlarının başlarında oturup Şukûfe’yi izlesinler. Gazetelerin yalnızca “spor” değil “futbol” sayfalarını okusunlar. Koskoca TBMM’nin futbol fanatiği milletvekilleri de suça alet olup ŞİKE’ye İNDİRİM yapsınlar; ne de olsa bu fanatik milletin vekilleri onlar ve gerçekten de bu toplumun hastalığını yansıtıyorlar.
Ama söz! Ben de günün birinde zengin olup dizi çekmeye karar verirsem, bu milletin zevkine uygun diziler, filmler yapacağım: Adını Hortlak Koydum… Adını Beşkulak Koydum… Adını Üç Maymun Koydum…